Barla Lâhikası - page 72

mütalâadan büyük memnuniyet göstermekte, “Çok isti-
fade ettim, Allah razı olsun” demekte ve çok dua etmek-
tedir. Yirmi Altıncı Mektubun Üçüncü Mebhasını gayr-i
ihtiyârî muhtelif rütbede mühim zatlara okudum. Hepsi
“çok doğru, çok güzel” dediler.
Evet, bu fakir çok tecrübe ettim ve yakin hâsıl ettim ki,
(1)
o
?p
WÉn
Ñ`r
dG n
?n
gn
Rn
h t
?n
ër
dG n
ABÉ n
L r
?o
`bn
h
(ilâahiri’l-ayet) ayetinin lâ-
yemut mu’cizesi vardır. Bu defaki mektupları birkaç defa
muhtelif küçük cemaatlere okumak nasip oldu. Bunların
birinde mühim bir âlim de vardı. Cümlesi hayret ve tak-
dirlerini izhar ettiler. Benim fikrime gelince:
Bütün risaletü’n-Nur ve mektubatü’n-Nur, ihtiyac-ı za-
mana göre her sınıf erbab-ı din ve hatta, müfrit muannit
olmamak şartıyla, dinsizleri bile ilzam ve ikna edecek de-
recededirler. Fakat, dünya bu; sevk-i menfaat, hırs-ı câh,
küfür ve inat, gaflet ve kesel, şirk ve dalâl gibi ilâçsız has-
talıklara tutulanlar için, bu Nurlara karşı göz yummak,
görse bile kabul etmemek, gördüğünü inkâr etmek, hak
ve hakikati reddetmek gibi divanelikler istib’at edilemez.
Malûm-i fazılâneleri, Allah’ın şu muvakkat misafirhane-
sinde insan suretinde hayvanları eksik değildir. Bu Nur-
lar intişar etse idi, elbette böylelerinin bugün istidlâlen
dermeyan edilen divanelik hezeyanları da açık olarak gö-
rülürdü.
Hulûsî
ì®í
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cemaat:
topluluk, bir yere top-
lanmış insanlar, takım, bölük.
cümlesi:
tamamı, hepsi.
dalâl:
doğru yoldan çıkma, sap-
ma, azıp eğri yola sapma.
defa:
kere, kez, yol.
dermeyan edilen:
ortaya konu-
lan.
divanelik:
budalalık, akılsızlık.
elbette:
eninde sonunda.
erbab-ı din:
din, iman sahipleri.
fakir:
zavallı, bîçare, âciz.
gaflet:
ihmal, endişesizlik.
gayr-i ihtiyârî:
elde olmaksızın,
istemeden.
hane:
ev, mesken, beyit, ikamet
edilen yer.
hâsıl:
peyda olan, çıkan, meyda-
na gelen, ortaya çıkan, beliren.
hezeyan:
saçmalık, abuk sabuk-
luk, herzelik.
hırs-ı câh:
makam, mevki’ ve rüt-
be hırsı.
ikna:
kanaat verme.
ilâahiri’l-ayet:
ayetin sonuna ka-
dar.
ilâç:
tedbir, çare, tavsiye, derman.
ilzam:
susturma, cevap veremez
hâle getirme.
inat:
bir konuda, bir hususta ıs-
rarlı olma, sözünde ayak direme.
inkâr:
reddetme, tanımama, ka-
bul ve tasdik etmeme, inanma-
ma.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
istib’at:
akıldan uzak görme.
istidlâlen:
felsefî çıkarımla, istid-
lâl ile.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma, yarar sağlama.
kesel:
gevşeklik, tembellik, reha-
vet, kesalet, uyuşukluk.
küfür:
nimeti inkâr etme.
lâyemut:
ölmez, mahvolmaz, ha-
yatı sona ermez, sonu olmayan,
ölümsüz.
malûm:
bilinen, belli, belirsiz ol-
mayan.
malûm-i fazılâne:
yüksek malû-
munuz, saygıya değer bilgi.
mebhas:
bab, fasıl.
mektubatü’n-Nur:
Risale-i Nurla-
rın mektupları.
memnuniyet:
memnunluk, razı-
lık, sevinçli oluş, mesruriyet.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli, çeşit
çeşit, farklı.
muvakkat:
geçici, gelip
geçen.
müfrit:
ifrat eden, aşırıya ka-
çan, bir konuda, bir işte çok
ileri giden, aşırı.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
mütalâa:
okuma inceleme.
nasip:
ulaşılan şey, behre.
razı:
kabul.
risaletü’n-Nur:
Risale-i Nurla-
rın risaleleri.
rütbe:
sıra, derece, mertebe.
sevk-i menfaat:
menfaatin
yönlendirilmesi.
suret:
biçim, görünüş, kılık,
kıyafet.
şart:
bir iş için mutlaka ge-
rekli olan şey, yerine getiril-
mesi icap eden şey, elverişli
veya elverişsiz durum.
şirk:
Allah’a ortak koşma, Al-
lah’tan başka yaratıcının bu-
lunduğuna inanma, birden
çok tanrı bulunduğunu kabul
etme, Allah’tan başka şeylere
tapma, müşriklik, küfür.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
tecrübe:
yaşayarak elde edi-
len iyi veya kötü kazanımlar.
yakin:
kesin bilme, şüpheden
sıyrılarak bilme, son derece
emin olarak bilme, doğru ve
kuvvetle bilme.
zat:
kişi, şahıs, fert.
1.
De ki: Hak geldi, batıl zail oldu. (İsra Suresi: 81.)
| 72 | BARLA LÂHİKASI
1...,62,63,64,65,66,67,68,69,70,71 73,74,75,76,77,78,79,80,81,82,...720
Powered by FlippingBook