mevcudattan ağırdır. İ’caz-ı Kur’ân’ın ikinci cüz’ünü he-
men hitam buldurmak üzereyim. Fakat müştak bulundu-
ğum Otuz İkinci Sözü dahi lütuf buyuracak olursanız hâ-
sıl olacak memnuniyetimi bir vecihle arz etmekten âciz
kalacağım. Çünkü bu gibi kıymettar ve manidar eserleri
işittikten sonra görmek iştiyakı gittikçe artıyor ve bu tabi-
attan bir türlü kendimi men edemiyorum.
Sabri
ì®í
Œ
27
œ
Bu defa istinsahına muvaffak olduğum nurlu Yirmi Do-
kuzuncu Sözde, melâike denizlerinde sefain-i Kibriyaya
yapışarak seyran ederken ve beşerin hata-savab işlediği
ef’ali kat’î olarak umumî yoklama defter-i kebirinde oku-
nacağını, nef ve zarar hiçbir şeyin mektum bırakılmaya-
cağını şiddetle ihtar eden beka-i ruh âlemini temaşa eder-
ken; matlâb-ı âlâ ve maksad-ı aksâ olan ba’s ve mahke-
me-i kübranın ahkâmını kablelvuku makam-ı istimâda
dinlerken ve bilhassa “Medarlar” merdivenlerinden âlî
makamlara manevî suud ederken, hele Onuncu Medar
ve Üçüncü, Dördüncü Meselelerde deniz dalgıçları gibi
derya-i maneviyatta dalıp yüzerken o kadar envar-ı haka-
ik-ı kibriyaya ve ezvak-ı letaif-i ulyaya müstağrak oldum
ki, arz ve ifadeden âcizim.
Sabri
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 79 |
ihtar:
hatırlatma, bir konuda ha-
tırlatma yapma.
istinsah:
nasihat alma, öğüt iste-
me. nüshasını yazma, örneğini çı-
karma, kopya etme.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla ar-
zu etme.
kablelvuku:
olmadan önce, ol-
madan evvel, vukuundan evvel.
kat’î:
kesin.
kıymettar:
kıymetli, değerli, pa-
halı.
lütuf:
müsaade izin.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bütün
insanların diriltilerek Allah huzu-
runda hesaba çekileceği mahke-
me.
makam-ı istima:
dinleyip kabul
etme makamı.
maksad-ı aksa:
maksat, gaye.
manevî:
fikrî, hissî.
maneviyat:
moral kuvveti, yürek
gücü.
manidar:
anlamlı, manalı, mana
taşıyan.
matlâb-ı âlâ:
pek yüksek gaye,
en yüksek maksat.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
mektum:
gizli, saklı, ketmedilmiş.
melâike:
melekler, feriştehler;
nurdan yaratılmış, fıtratları safi,
makamları sabit olan, Allah’ın
emirlerine tam itaat eden mah-
lûklar.
memnuniyet:
memnunluk, razı-
lık, sevinçli oluş, mesruriyet.
men:
yasak etme, durdurma,
mâni olma, bırakmama, bir şeyi
diriğ etme, bir şeyin yapılmasını
engelleme, esirgeme, vermeme,
önleme.
mevcudat:
mevcutlar, var olan
her şey, mahlûklar, yaratılmış
şeylerin tamamı, kâinat.
muvaffak:
beceren, neticeye va-
ran, sonuç alan.
müstağrak:
gark olmuş, dalmış,
batmış, içine girmiş.
müştak:
çok arzulu.
nef:
menfaat, kâr, fayda, çıkar.
sefâin-i Kibriya:
Allah’ın gemileri,
Allah’ın birer gemiyi andıran ge-
zegenleri.
seyran:
gezinme, gezintiye çıkıp
ferahlama.
suud:
mübarek sayılan yıldızlar.
yukarı çıkma, yükselme.
umumî:
umuma ait, umumla ilgi-
li, herkesle alâkalı, herkese ait.
vecih:
uygun, lâyık, münasip.
âciz:
eli yetmez, gücü yet-
mez, güçsüz.
ahkâm:
emirler, hükümler,
buyruklar.
aksa:
en uzak, en son, uç.
âlem:
varlık sınıflarından her
biri.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
arz:
bir büyüğe sunma, gös-
terme, bildirme, önüne koy-
ma.
ba’s:
diriliş.
beka-i ruh:
ruhun ölümsüzlü-
ğü.
beşer:
insan, insanlık, âde-
moğlu.
cüz:
Kur’ân’ın bölündüğü
otuz kısımdan her biri.
defter-i kebir:
büyük defter,
kütük defteri, bir tüccar veya
müessesenin aylık ve bilânço
hesaplarını veren ana defteri.
derya:
deniz, bâhir.
ef’al:
fiiller, işler.
envar-ı hakaik:
gerçeklere
ait nurlar, hakikatlerin parıltı-
ları.
envar-ı hakaik-i kibriya:
yüksek hakikatların nurları.
eser:
kitap.
ezvak-ı letaif-i ulya:
yüksek
duyguların zevkleri.
hata-savab:
yanlış-doğru.
hâsıl:
peyda olan, çıkan,
meydana gelen, ortaya çıkan,
beliren.
hitam:
son, nihayet, sona er-
me, bitme, neticelenme, ta-
mamlanma.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın
mu’cizeliği.
icaz:
az sözle çok mana ifade
etme.
ifade:
anlatma, anlatım, anla-
tış.