neticede, “Duanız olmazsa ne değeriniz var?” ferman bu-
yuran Zat-ı Zülcelâl’e ubudiyetle intisabım hasebiyle ve
abdiyetin tazammun ettiği lisanla, kemal-i acz ve fakr ve
şevkle, tamamen hasbî, bütün manasıyla Allah namına,
bütün vuzuhuyla ehl-i iman ve Kur’ân nef’ ve hesabına
olan maddî, manevî, zahirî, bâtınî, dünyevî, uhrevî hide-
matınızın mükâfatını lütuf ve kerem-i bînihayesine müna-
sip bir tarzda ihsan ve ikram buyurmasını ve zat-ı Üsta-
dânelerini her iki cihanda aziz etmesini ol Hâlık-ı Rahîm
ve Kerîm Hazretlerinden âbidâne tazarru ve niyaz eyle-
dim. Ümidim
(1)
r
ºo
µ
`n
d r
Öp
én
à°r
Sn
G /
ʃo
Y r
O o
G
fermanının tecelli
edeceğindedir.
Muhterem Üstad!
Zaten sizin, biz bîçarelerden beklediğiniz yalnız dua de-
ğil mi? Mübarek
Sözler
hakkında şimdiye kadar mektup-
larımda mevcut olan ihtisasatımı natık, sönük ifadatımı
Ri-
saletü’n-Nur’
a takriz yapmak hususundaki niyet-i Üsta-
dânelerine bir şey demeye hakkım yok. Fakat benim o
perişan ifadelerim, güneşin yanına mum yakmak kabilin-
den olacak ve muhtemelen hakikatteki sönüklüğüne rağ-
men o Nurların komşuluğundan, âyinedarlığından hisse-
mend olarak nisbî bir parlaklık arz edebilecektir.
Risaletü’n-Nur’
un müstemileri arasında, Sultan
Abdülhamid’in devrinde Kerbelâ’da senelerce müderris-
lik hizmetinde bulunmuş olan Hacı Abdurrahman Efendi
namında 88 yaşında bir hoca vardır. Her defaki
BARLA LÂHİKASI | 71 |
tamlık; kusursuz, tam ve eksiksiz
olma; erginlik, mükemmellik.
kemal-i acz:
tam bir zayıflık, güç-
süzlük.
kerem-i bînihaye:
nihayetsiz cö-
mertlik, sonsuz ihsan, cömertlik,
hayır ve güzellik.
Kerîm:
kerem sahibi, ihsan edici,
cömert, eli açık.
lütuf:
ikram ve yardımda bulun-
ma.
maddî:
maddeye ait, madde ile
alâkalı, cismanî.
manevî:
madde dışı olan, maddî
olmayan, manaya ait.
mevcut:
var olan, bulunan, olan.
muhtemel:
ihtimal dâhilinde
olan, umulur, beklenir, olabilir, ol-
ması mümkün, olmayacak şey
değil.
muhterem:
saygı değer, hürmete
lâyık, aziz, saygın.
Mübarek:
feyizli, bereketli.
müderris:
medresede ders veren,
medrese hocası.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet veya
başarıdan ötürü verilen şey, ödül.
müstemi:
dinleyen, dinleyici, işi-
ten.
natık:
bildiren, beyan eden, bildi-
rici.
nef:
menfaat, kâr, fayda, çıkar.
nisbî:
nispetle olan, kıyaslama ile
olan, göreli, izafî.
niyaz:
rica, dua.
niyet:
maksat, meram.
niyet-i Üstadâne:
Üstadın niyeti
arzusu.
Rahîm:
merhamet eden, çok
merhametli olan, esirgeyen, ko-
ruyan, acıyan Allah.
Sultan:
padişah, hükümdar.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
takriz:
eserin başına konulan öv-
gü yazısı.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tazarru:
yalvarma, Allah’a huşû
içinde yalvarma.
ubudiyet:
kulluk, kölelik, itaat,
bağlılık, samimiyet.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vuzuh:
kolay anlaşılırlık, ifade
açıklığı.
zahir:
açık, belli, meydanda.
zat-ı Üstadâne:
öğretici, bilgilen-
dirici olan üstadın kendisi.
Zat-ı Zülcelâl:
celâl sahibi, bü-
yüklük, izzet, heybet ve azamet
sahibi Allah.
abdiyet:
kulluk.
âbidâne:
ibadet edene yakı-
şır surette, kulluğa yaraşır bir
şekilde.
arz:
söyleme, ifade etme.
âyinedar:
ayna tutan.
bâtınî:
açıkça belli olmayan
şeylerle, sır ile ilgili.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
cihan:
dünya, kâinat, âlem.
ehl-i iman:
imanlı kimseler,
mü’minler.
fakr:
varlıktan geçme, yalnız
Allah’a muhtaç olma.
ferman:
emir, buyruk.
Hâlık-ı Rahîm:
sonsuz mer-
hamet ve şefkat sahibi yok-
tan yaratan Allah.
hasbî:
karşılıksız, Allah rızası
için, gönülden, isteyerek.
haseb:
dolayı, cihetince, ge-
reğince.
hidemat:
hizmetler.
hissemend:
hisseli olan, pay
alan, nasipli, behremend.
husus:
iş, keyfiyet.
ifade:
deyiş, söyleyiş, söyle-
yiş tarzı.
ihsan:
verilen, bağışlanan
şey.
ihtisasat:
duygulanmalar.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma, bir kimseye mensup-
luk.
kabîl:
cins.
kemal:
olgunluk, yetkinlik,
1.
Bana dua edin. Size cevap vereyim. (Mü’min Suresi: 60.)