Kur’ân’ın mu’cizeleri mecmuasına ve aziz, muhterem Üs-
tadımın medresesine ve ol Seyyidü’l-Kevneyn Peygam-
berimiz Efendimiz
(
ASM
)
Hazretlerinin ravza-i saadetleri-
ne ve nihayet Rabbülâlemîn Teâlâ ve Tekaddes Hazret-
lerinin huzur-i lâmekânîsine çıkıyorum. Bu sebeple cid-
den o Nurlarla iştigal etmediğim zamanlar, keşke enfas-ı
ma’dude-i hayattan olmaya idiler diyorum.
Hulûsî
ì®í
Œ
20
œ
Geçen hafta muhtelif iki cemaate Yirmi Dördüncü
Mektubun Birinci ve İkinci Zeyillerini okudum. Dinleyen-
ler hayran ve bu fakir de o parlak i’caz-ı Kur’ân’dan âde-
ta gaşyoldum. Bu eserinizi Risale-i Nur ve mektubatü’n-
Nur’un en münevverleri safında mütalâa ediyorum. Bu
gün Cuma idi. Komşumuz Fethi Bey’e on bir ve on üç
numaralı sözleri okudum. Dünyevî işlerden tahlis-i nefis
ile iğtinam edebildiğim vakitlerde o mübarek nurlu pen-
cerelere koşuyorum. Ruhî ve manevî gıdamı almaya ve
bulabildiğim böyle bir muhatabı da hissedar etmeye çalı-
şıyorum.
Hulûsî
ì®í
Œ
21
œ
Yirmi Altıncı Mektubu büyük sevinçle aldım. Defaatle,
dikkatle, merakla, muhabbetle, lezzetle okudum ve
âdeta:
sanki, düpedüz, bayağı,
bas bayağı.
cemaat:
topluluk, bir yere top-
lanmış insanlar, takım, bölük.
cidden:
şaka olmayarak, gerçek-
ten, ciddî olarak.
defaat:
kereler, defalar, kezler,
yollar.
enfas:
nebî ve velî gibi ulu kişile-
rin irşat edici duaları.
fakir:
zavallı, bîçare, âciz.
gıda:
zihni ve ahlâkı olgunlaştır-
maya yardım eden şey.
hayran:
çok takdir eden, çok be-
ğenen, hayranlık hisseden.
huzur-i lâmekânî:
mekân, yer
olmayan huzur.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın mu’cize
oluşu.
iğtinam etme:
fırsatı, imkân
yakalamayı ganimet bilme.
iştigal:
bir iş işleme, bir işle uğ-
raşmak, bir iş üzerinde çalışma,
meşgul olma.
lezzet:
her hangi bir şey karşısın-
da duyulan zevk, haz, keyf.
manevî:
fikrî, hissî.
mecmua:
dergi.
medrese:
ders okutulan yer.
merak:
bir şeyi öğrenmek is-
temek, çok şiddetli arzu, he-
ves, düşkünlük.
muhabbet:
sevgi.
muhatap:
konuyla ilgili sayı-
lan kimse.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli,
çeşit çeşit, farklı.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, aziz, saygın.
mübarek:
feyizli, bereketli.
münevver:
bilgili, kültürlü
kimse, aydın.
mütalâa:
düşünce, rey, mülâ-
haza.
nihayet:
en sonunda.
Rabbülâlemîn:
âlemlerin
Rabbi, yaratıcısı.
Ravza-i saadet:
Hz. Peygam-
ber Efendimizin (
ASM
) kabr-i
şerifleri.
ruhî:
ruha ait, ruhla ilgili.
saf:
dizi, sıra.
Seyyidü’l-Kevneyn:
iki ciha-
nın, âlemin seyyidi, efendisi,
üstadı Hz. Muhammed (
ASM
).
tahlis-i nefis:
nefsi, kendini
kurtarma.
teâlâ:
âlî olsun, yüce olsun,
ulu olsun mealinde Cenab-ı
Hakkın kudsiyet ve büyüklü-
ğü için hürmeten söylenir.
tekaddes:
Allah kusur ve
noksandan beridir.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vakit:
vakit, zaman, an.
zeyil:
ek, ilâve.
| 70 | BARLA LÂHİKASI