zat-ı hakîmânelerini bütün Ümmet-i Muhammediyeyi ol-
duğu gibi bu âcizi de nurlu
Sözler
ile tarik-ı Nura irşat bu-
yurduğunuzdan dolayı hürmet ve minnetle daim yâd eder,
dünyevî ve uhrevî muratlarınızı hâsıl eylemesini Rahîm,
Kerîm olan Allah-ı Zülcelâl Hazretlerinden âbidâne niyaz
ve istirham eylerim.
Hulûsî
ì®í
Œ
14
œ
[Kardeşimin bir fıkrasıdır.]
Ellerinizi öper, duanızı isterim. Dünyadan dargın, nef-
sinde âciz olan Abdülmecid’e güzel bir üstad, ulvî bir mür-
şit olacak yeni eserleriniz geldi. Lâfzî bir üstadı kaybet-
timse de, manevî müteaddit mürşitleri buldum diye ken-
dimi tebşir ettim. Hakikaten irşat edecek nurlu eserlerdir.
Allah çok razı olsun...
Abdülmecid
ì®í
Œ
15
œ
[Yine Hulûsî’nin]
Evet, müteselli olduğum iki cihet var: Biri, elimizdeki
mübarek
Sözler
vasıtasıyla daima sohbet-i manevîde bu-
lunduğumuz, diğeri muhabbetimizin inayet-i Bâri ile
“hubb-i fillâh” mertebesinde olduğuna imanımızdır. Bina-
enaleyh size benim bugün ve yarın en büyük hediyem:
âbidâne:
kula özgü bir biçimde.
âciz:
zavallı, acınacak.
Binaenaleyh:
bunun üzerine,
bundan dolayı, ondan dolayı, bu-
na binaen.
cihet:
sebep, vesile, mucip, baha-
ne.
daim:
devam eden, devamlı, sü-
rekli.
daima:
her vakit, sürekli, her za-
man.
diğer:
başka, diğer, öteki.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
Hakikaten:
doğrusu, gerçekten.
hâsıl:
elde edilenlerin hepsi,
mahsul, ürün.
hubb-i fillâh:
Allah yolunda, Allah
rızasında, Onun emir ve rızasına
uygun olarak sevme.
hürmet:
riayet, ihtiram.
inayet-i Bâri:
Allah’ın yardımı iyi-
liği.
irşat:
doğru yolu gösterme, doğ-
ru yola yöneltme, gafletten uyan-
dırma, uyarma.
istirham:
merhamet isteme,
merhamet dileme, yalvarma.
Kerîm:
kerem sahibi, ihsan
edici, cömert, eli açık.
mertebe:
derece, basamak.
minnet:
iyiliğe karşı duyulan
şükür hissi.
muhabbet:
dostça konuşma,
sohbet, yarenlik.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kut-
lu, uğurlu.
mürşit:
irşat eden, doğru yo-
lu gösteren, rehber, kılavuz.
müteaddit:
çoğalan, çok, bir-
çok, türlü türlü, çeşitli, birden
fazla.
nefis:
kendi, şahıs.
niyaz:
rica, dua.
Rahîm:
merhametli, acıyan,
acıyıp esirgeyen.
razı:
rıza gösteren, kabul
eden, boyun eğen, muvafa-
kat eden, hoşnut olan.
sohbet-i manevî:
manevî
sohbet, ruh ve kalb ile görüş-
me, konuşma.
tarik-ı Nur:
nur yolu; Risale-i
Nur’un yolu.
tebşir:
müjde verme, müjde-
leme.
teselli:
avunma.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete
ait, ahiret âlemiyle ilgili.
ulvî:
manevî, ruhanî.
üstad:
öğretici, öğretmen.
vasıta:
sebep.
yâd:
hatırlama, anma, hatıra
getirme.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zat-ı hakîmâne:
hikmetle iş
gören zat, şahıs.
Zülcelâl:
celâl sahibi, büyük-
lük, izzet, heybet ve azamet
sahibi Allah.
| 66 | BARLA LÂHİKASI