Sözler
’in vücuduna vasıta oldunuz. Hemen Cenab-ı Er-
hamürrâhimîn aziz Üstadımızı sıhhat ve afiyette daim ve
ümmet-i Muhammed üzere kaim buyursun, âmin, bihür-
meti Seyyidi’l-Mürselîn.
Hulûsî
ì
@
í
Œ
2
œ
Risale-i Nur
mektuplarından bu mektubunuzun
bendeki tesirlerini hulâsaten arz edeyim:
Sıhhat ve afiyetinizin devamı, şükrümü; bu gibi mesai-
lin hallini isteyenlerin vücudu, ümidimi; nazarımda ilim
sayılacak her şeyi sizden öğrendiğim için, bu vesile ile ha-
kikat sahasındaki malûmatımı; hasbe’l-beşeriye fütur hâ-
sıl oluyorsa, şevkimi; hasta bir talebeniz olduğumdan,
Kur’ân’ın eczahanesinden verdiğiniz bu ilâçlarınızla sıh-
hatimi, matbaha-i Kur’ân’dan intihap buyurduğunuz bu
gıdalarla bütün hasselerimin kuvvetini, hayatın beş dere-
cesini de talim, mevtin itibarî bir keyfiyet olduğunu tef-
him, idam-ı ebedînin mutasavver olamayacağına kalbimi
takvim buyurduktan sonra Allah için muhabbetin herhâl-
de bu hayat derecelerinde de devam ederek hayat-ı bâki-
yede bâkî meyvesini vereceğini işaret buyurmakla müd-
det-i hayatımı nihayetsiz artırmaya sebep olmuştur.
Risale-i Nur
ile ihda buyurduğunuz dualar zaten her
gün sevgili Üstadı düşünmeye kâfi gelmektedir. Kur'ân’ın
nihayetsiz füyuzatından, tükenmez hazinesinden
BARLA LÂHİKASI | 57 |
intihap:
seçme, seçilme.
itibarî:
gerçek ve fiilî olmayan,
var sayılan, farazî olan, öyle sayı-
lan.
kâfi:
yeten, kâfi gelen, deruhte
eden, ihtiyacı karşılayan.
kaim:
bir işte sebat eden.
keyfiyet:
iş, hâdise, özellik.
malûmat:
bilgi.
matbaha-i Kur’ân:
Kur’ân mutfa-
ğı; manevî gıdaların mutfağı olan
Kur’ân.
mektup:
haberleşme maksadıyla
yazılan kâğıt, name, betik.
mesail:
meseleler.
mevt:
ölüm, vefat.
meyve:
ürün, kâr, sonuç, netice,
bir faaliyet sonunda elde edilen
şey.
muhabbet:
ülfet, sevgi, sevme,
dostluk.
mutasavver:
akla gelebilir, im-
kân dahilinde, olabilir.
müddet-i hayat:
ömür müddeti,
yaşam süresi, bir kimsenin ömrü.
nazar:
düşünme, fikir, mülâhaza,
niyet.
nihayet:
son, uç, bitim, encam.
saha:
alan.
sıhhat:
hasta olmama, vücutça
sağlamlık, sağlık, esenlik.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
talebe:
öğrenciler, tahsil görenler.
talim:
bir işi öğrenmek veya alış-
tırmak için yapılan çalışma, alış-
tırma.
tefhim:
anlatma, açıklama.
tesir:
etkileme.
ümit:
umut, umma, ümit; bazı
şeylerin istediği yönde olması ko-
nusunda beslenen his.
ümmet:
Müslümanların tamamı;
bütün Müslümanlar.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vasıta:
sebep.
vücut:
var olma, var oluş, varlık.
afiyet:
sağlık, esenlik.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
arz:
söyleme, ifade etme.
aziz:
izzetli, yüce, yüksek.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gel-
mez, bitip tükenmez, ölmez,
sonsuz.
bi hürmeti Seyyidü’l-Mürse-
lîn:
gönderilen bütün pey-
gamberlerin efendisi olan Hz.
Muhammed’in yüzü suyu
hürmetine.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
merhametlilerin en merha-
metlisi olan yüce Allah.
daim:
devam eden, devamlı,
sürekli.
ebedî:
ebede mensup, zeval-
siz, sonu olmayan, sürekli, hiç
son bulmayacak şekilde sü-
ren.
eczahane:
eczacı dükkânı,
ilâç satılan, ilâç yapılan yer.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, bez-
ginlik, usanma, usanç, bıkma.
füyuzat:
feyizler, manevî bol-
luk ve bereketler, inayetler.
gıda:
zihni ve ahlâkı olgunlaş-
tırmaya yardım eden şey.
hakikat:
asıl, esas.
hâl:
çözüm.
hasbelbeşeriye:
insanlık hâli
olarak, insanlık gereğince.
hâsıl:
peyda olan, çıkan,
meydana gelen, ortaya çıkan,
beliren.
hulâsaten:
hülâsa olarak, kı-
saca, özet olarak muhtasaran.
idam-ı ebedî:
yok oluş, dö-
nüş olmama.
ihda:
hediye etme, hediye
verme.
ilâç:
derde deva olan şey.