Œ
11
œ
Bu defa bu bîçare talebesine ihsan ettiği hediyeyi, gı-
yabî muhiplerinden Fethi Bey ismindeki komşumuzla
okuyorum. Baştan başa mu’cize-i kübra-i Ahmediyeyi ilân
eden On Dokuzuncu Mektubun tahsisen bendelerine ir-
sali, yeniden hayata avdet etmiş kadar müessir olmuş ve
mütalâası rikkat damarlarımı tahrik ederek hayli ciddî göz
yaşı akıtmaya vesile olmuştur.
Hulûsî
ì®í
Œ
12
œ
Ruhu, feza-i kâinatta beyne’l-ecram seyr-i seri ile seya-
hat ettirecek tarzda tulû eden manzume-i hakikat, bilhas-
sa bizler için büyük bir mazhariyettir. Tarik-ı Nakşî hak-
kındaki fıkraya mukabil “tarik-ı acz ve fakr ve şefkat ve
tefekkür”ün hesabına tulû eden fıkra da pek çok kıymetli
bir cevherdir. Bu sözler altın ile yazılsa lâyık iken nakıs
hattımla istinsah ettim. O hâlde kıymeti, âciz bir talebe-
nizin yadigârı olmasındadır.
Hulûsî
ì®í
Œ
13
œ
San i yen :
Şu zaman-ı isyan ve tuğyan ve küfranda
mahz-ı inayet ve lütf-i Hak olan, Ümmet-i İslâmiyeyi
hakaik-ı imaniyeye sevk ve irşada memur edilen
BARLA LÂHİKASI | 65 |
lerine karşı gelme ve günah işle-
me.
küfran:
iyilik bilmeme, görülen
iyiliği unutma, nankörlük.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
lütf-i Hak:
Hakkın lütfu; Allah’ın
ihsanı, iyiliği.
lütuf:
ikram ve yardımda bulun-
ma.
mahz-ı inayet:
ihsanın en güzeli,
iyiliğin en üstünü.
manzume-i hakikat:
hakikat
manzumesi.
mazhariyet:
elde etme, nail ol-
ma, kavuşma, şereflenme.
memur:
emrolunan, emirle yap-
tırılmış olan iş, şey.
mu’cize-i kübra-i Ahmedî:
Hz.
Muhammed’in en büyük mu’ci-
zesi.
mukabil:
karşılık olarak, karşılı-
ğında.
müessir:
tesirli.
mütalâa:
okuma, dikkatli okuma.
nakıs:
kusuru olan, kusurlu.
rikkat:
incelik, nezaket.
saniyen:
ikinci derecede, ikinci
olarak.
sevk:
yönlendirme.
seyahat:
gezi.
seyr-i seri:
hızlı gezinti, sür’atli
seyahat.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız mer-
hamet, karşılık beklemeden yar-
dım etme.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme, yola çıkartma.
tahsisen:
hele, bilhassa, en çok.
talebe:
öğrenci.
tarik-i acz:
âcizlik yolu, insanın
güçsüzlüğünü anlayıp sonsuz ila-
hi kuvvete dayanması.
tarik-i Nakşî:
Hz. Şah-ı Nakşiben-
dî’nin kurduğu tarikat ve bu tari-
kate mensup olan.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tefekkür:
derin düşünme, mak-
sadı kavramak için zihnini eşya-
nın manasını anlama haline yö-
neltme, eşyaya ait bilgileri kalbe
getirme.
tuğyan:
azma, azgınlık.
tulû:
görünme, meydana çıkma.
Ümmet-i İslâmiye:
islâm toplu-
luğu.
vesile:
bahane, sebep.
yadigâr:
yakın bir dosttan gelen
armağan.
zaman-ı isyan:
isyan ve başkal-
dırma zamanı.
âciz:
beceriksiz, kabiliyetsiz.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
avdet:
geri gelme, dönme,
dönüş, rücu.
beyne’l-ecram:
cirimler, küt-
leler arasında.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
bilhassa:
her şeyden önce,
başta, hele, en çok, hususan,
hususî olarak, özellikle, mah-
sus.
cevher:
esas, maya, öz.
ciddî:
mühim, önemli.
defa:
kere, kez, yol.
fakr:
varlıktan geçme, yalnız
Allah’a muhtaç olma.
feza-i kâinat:
kâinat fezası,
uzay.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gıyabî:
bilinmeyen, görünme-
yen.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hâl:
durum, vaziyet, keyfiyet;
içinde bulunulan durum ve
şartların bütünü.
hat:
yazı, el yazısı.
hayli:
oldukça.
ihsan:
iyilik etme, güzel dav-
ranma, bağışlama, ikram et-
me, lütuf, bağış, yardım.
ilân:
meydana çıkarma, belli
etme, yayma, duyurma, bil-
dirme.
irsal:
göndermek gönderil-
mek, yollamak.
irşat:
doğru yolu gösterme,
doğru yola yöneltme, gaflet-
ten uyandırma, uyarma.
istinsah:
nasihat alma, öğüt
isteme. nüshasını yazma, ör-
neğini çıkarma, kopya etme.
isyan:
Allah’ın emirlerini yeri-
ne getirmeme ve yasakların-
dan kaçınmama, dinin emir-