Bizden Üçüncü Maksadın tesirini sual buyuruyorsunuz.
Biz Hakkı Efendi ile ittifaken deriz ki: İçindeki hakikatler
cerh edilmez, içinde lüzumsuz bir şey yok, zararlı bir ka-
yıt mutasavver değil. Dikkatle dinleyenler, Allah tevfik ve-
rirse, imanını kurtarabilirler. Bu hakaikle Avrupa ehl-i da-
lâletine de meydan okunur, fikrindeyiz. Bu kabîl dalâlet
ve gaflette olanlar, ya mübarezeden mağlûp olurlar, ya
ulviyeti hissedip tegayyüp ederler; yahut Ebu Cehil gibi,
hakikati kabul etmemekte inat ederler; veya dehşetlerin-
den kulaklarını kapayıp kaçarlar fikir ve kanaat ve ima-
nındayız.
Sözler
’i dinleyenlerin bir sükût-i mestî göster-
meleri, izhar-ı hayret eylemeleri, kudretleri derecesinde
takdiratta bulunmaları herhâlde düşündüğümüze kuvvet
verir bir keyfiyettir. Ümit ve tahminimizi tasdik ediyor.
Hulûsî
ì®í
Œ
17
œ
Niyetim büyük, tevfik Hudâ’dan. Yalnız oda cemaati-
mize Yirmi Beşinci Söze kadar okudum. Ve inşaallah de-
vam edeceğim. Emrinize tebean ve duanıza binaen fütur
getirmiyorum. Maddî vazifem oradakinden daha ağırdır.
Fakat her umurumda Allah’a istinat ettiğim için ümitsiz-
liğe düşmüyorum. Oradan ayrıldıktan sonraki füyuzattan
istifade etmeyi canuyürekten arzu ediyorum. Natamam
kalan Otuz İki ve Otuz Üçüncü Sözlerin de itmamına
muvaffak olmanızı eltaf-ı İlâhiyeden niyaz eylerim.
Hulûsî
ì®í
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
binaen:
den dolayı, -den ötürü, -
için, -dayanarak, yapılarak, bu se-
bepten.
canuyürek:
candan ve kalbden.
cemaat:
topluluk, bir yere top-
lanmış insanlar, takım, bölük.
cerh:
bir iddiayı, bir fikri çürütme.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ay-
rılma, azma, batıla yönelme.
dehşet:
büyük korku hâli, kork-
ma, ürkme.
dikkat:
ehemmiyet ve kıymet
verme.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
eltaf-ı İlâhiye:
ilâhi lütuflar, Al-
lah’tan gelen iyilikler.
fikir:
rey, görüş, mülâhaza, kana-
at.
fütur:
keder, ümitsizlik.
füyuzat:
feyizler, manevî bolluk
ve bereketler, inayetler.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakikat:
gerçek, hayalî olmayan,
görülen, mevcut olan, bir şeyin
aslı ve esası.
herhâlde:
her durumda
Hudâ:
Allah, Rab, Cenab-ı Hak.
inat:
bir konuda, bir hususta ıs-
rarlı olma, sözünde ayak direme,
dikine gitme, vazgeçmeme.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma, yarar sağlama.
istinat:
güvenme, itimat etme.
itmam:
tamamlama, bitirme.
ittifaken:
ittifakla, anlaşarak, uz-
laşarak.
izhar-ı hayret:
hayret belirtme.
kabîl:
türlü, gibi.
kanaat:
inanç.
keyfiyet:
iş, hâdise.
kudret:
güç, kuvvet.
kuvvet:
tesir kudreti, etkileme
gücü.
lüzum:
lâzım olma hâli, işe yara-
ma, gerekme.
maddî:
maddeye ait, madde
ile alâkalı, cismanî.
mağlûp:
yenilmiş, kendisine
galip gelinmiş, yenilen kimse.
maksat:
kastedilen, istenilen
şey, varılmak istenen nokta,
niyet, meram.
meydan:
bir hâdisenin cere-
yan ettiği yer, yarışma veya
karşılaşma yeri.
mutasavver:
tasavvur edil-
miş, tasarlanmış, düşünül-
müş, zihinde canlandırılmış.
muvaffak:
başaran, başar-
mış, başarılı.
mübareze:
düello.
natamam:
bitmemiş, ta-
mamlanmamış.
niyaz:
rica, dua.
niyet:
maksat, meram.
sual:
sorulan şey.
sükût-i mestî:
mest olup sus-
mak, kendinden geçerce sus-
mak.
tahmin:
önceden kestirilen,
düşünülen şey.
takdirat:
beğenme, övme.
tasdik:
doğruluğunu kabul
etme, doğrulama, gerçekliğini
kabul etme.
tebean:
tâbi olarak, uyarak,
uymak suretiyle.
tegayyüp:
kaybolma, görül-
mez duruma gelme.
tevfik:
başarı, muvaffakıyet.
ulvî:
yüksek, yüce.
umur:
mühim işler.
ümit:
umut, umma, ümit; ba-
zı şeylerin istediği yönde ol-
ması konusunda beslenen
his.
vazife:
ödev, bir kimsenin
yapmak zorunda bulunduğu
iş.
yahut:
isterseniz, veya.
| 68 | BARLA LÂHİKASI