Œ
6
œ
Otuz İkinci Sözün Üçüncü Mevkıfını da Hakkı Efendi
kardeşimizle merak ve dikkatle okuduk. Cidden çok âlî
mefhumu var. Tavsife bu âcizin kudreti olsa, belki bu ikin-
ci nokta için pek ziyade rahatsız etmeye cesaret ederdim.
Heyhat ki, diğer hususatta olduğu gibi, bunda da sıfrü’l-
yed bulunuyorum. Yalnız hulûs ve safiyetle ve kısaca de-
rim: Belki diğer bütün
Sözler
’in daha fevkinde parlayan
bir necm-i nurefşandır.
(Doktordan Miracı nasıl bulduğunu sordum. Doktor
Kemal der: “Eserin pek büyük kıymetini takdir etmek
için, İslâm olmaya bile lüzum yok, insan olmak kâfi” ce-
vabını verdi.)
Hulûsî
ì®í
Œ
7
œ
Bizler ki, elhamdülillâhi teâlâ, ahiret kardeşiniz,
Kur’ân hizmetinde âciz hizmetkârınız, esrar-ı Kur’âniye-
nin beyanında, eşşükrü lillâhi teâlâ, “Ashab-ı Kehf” gibi
musahibiniziz. Liyakat ve kifayetimizin çok fevkinde
mahza bir lütuf ve inayet-i Samedanî olarak talebeniz
BARLA LÂHİKASI | 61 |
Onun ezelî kuvvet ve kudretine
mensup, her şey kendisine muh-
taçken, O hiç bir şeye muhtaç ol-
mayan Allah’ın yardımı.
islâm:
Müslüman.
kâfi:
yeten, kâfi gelen, deruhte
eden, ihtiyacı karşılayan.
kıymet:
değer, bir şey için tespit
edilen karşılık, paha, bedel, tutar.
kifayet:
bir işte yetecek kadar
olup başkasına lüzum olmama.
kudret:
ehil ve muktedir olma.
lillâhi:
Allah için, Allah aşkına.
liyakat:
iktidar, hüner, fazilet.
lütuf:
hoşluk, güzellik.
lüzum:
ihtiyaç, gereklik.
mahza:
halis, katkısız, tam.
mefhum:
bir sözün ifade ettiği
mana, sözden çıkarılan mana;
konsept, kavram.
merak:
bir şeyi öğrenmek iste-
mek, çok şiddetli arzu, heves,
düşkünlük.
mevkıf:
durma yeri, durak, istas-
yon.
miraç:
göğe çıkma, göğe yüksel-
me.
musâhip:
sohbet eden, birbiriyle
sohbet eden, arkadaş.
necm-i nurefşan:
nur saçan, ay-
dınlatan yıldız.
nokta:
konu, konu ile ilgili önemli
bölüm.
saf:
hilekâr olmayan, temiz kalb-
li.
sıfrü’l-yed:
mahrum, eli boş.
şükür:
Allah’ın verdiği nimetler
karşısında elhamdülillâh deme,
Allah’a dil ile hamd etme.
takdir:
bir şeyin değerini, kıyme-
tini, lüzumunu anlama.
talebe:
istekliler, talep edenler.
tavsif:
vasıflandırma, mahiyetini
ve sıfatlarını ortaya koyma, etraf-
lıca tarif etme, niteleme.
âciz:
eli yetmez, gücü yet-
mez, güçsüz.
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
Ashab-ı Kehf:
Kur’ân-ı Ke-
rîm’de anlatılan, devirlerinde-
ki zulümden kaçıp, bir mağa-
rada Allah’a sığınan ve 300
küsur sene uyuduktan sonra
uyanarak bir müddet daha
yaşadıktan sonra ölen yedi
kişi.
belki:
umulur, ihtimal, olabi-
lir.
beyan:
anlatma, açık söyle-
me, bildirme, izah.
cesaret:
atılganlık, gözü pek-
lik.
cidden:
şaka olmayarak, ger-
çekten, ciddî olarak.
dikkat:
incelik, ince eleme,
dakiklik, dakik oluş.
elhamdülillâhi teâlâ:
her ne
kadar şükür ve varsa hepsi
şanı yüce Allah’a mahsustur.
esrar:
sırlar, gizlenilen ve bi-
linmeyen şeyler, aklın ere-
meyeceği şeyler.
eşşükrülillâh teâlâ:
bütün
şükürler yüce Allah’a mah-
sustur.
fevk:
üst, üst taraf, yukarı,
üzeri.
heyhat:
yazık, çok yazık, ne
yazık.
hizmetkâr:
hizmet yapan
kimse, hizmetçi.
hulûs:
samimîyet, samimîlik,
halis dostluk, içten davranma.
husus:
mevzu, konu.
inayat:
lütuflar, ihsanlar, iyi-
likler, yardımlar.
inayet-i Samedanî:
Allah’a,