Barla Lâhikası - page 60

verilen derslere, Kur’ân’dan istinbat buyurarak gösterdi-
ği hakikatlere karşı Allah’ın tevfikiyle can ü dilden “Be-
li!” dedim, tasdik ettim ve bana böylece hakikat dersini
veren bu zata da ömrümde ilk defa olarak Üstad dedim.
Hata etmedim, isabet ettim.
Hulûsî
ì®í
Œ
5
œ
Bu kere irsal buyurulan mektubatü’n-Nur zeyilleri, em-
sali gibi hoş, güzel ve bedîdir. Eserlerin
Nur
ism-i azîmi-
nin tecellisi olduğuna, ihtiyaca ve hâl-i âleme göre yazdı-
rıldığına bence asla şüphe kalmamıştır. Bunu küçük bir
misal ile teyit etmek isterim. Mülhitler çok ileri gidiyorlar.
Meselâ: … ilâahir.
İşte bu ahmakların hezeyanına ve her nevi iğfallerine
ve zahiren süslü lâflarına kanmayarak, iman ve itikatla-
rında sabitkadem olmaları için erbab-ı imana kuvvet ve
zümre-i tuğyana kahr ve şiddetle ders-i ibret verecek pek
münasebetli sözler, mevzuu bahis âsârda ayan-beyan gö-
rülmektedir. Hayfa ki, bu nurlar şimdilik
(HAŞİYE)
lihikme-
tin pek mahdut sahada ve ancak mü’minler içinde neşre-
dilebilir.
(2)
n
øj/
ôp
HÉ°s
üdG n
™n
e%G s
¿
p
G @
(1)
p
ên
ôn
Ør
dG o
ìÉn
à`r
Øp
e o
ôr
Ñ°s
üdGn
h
Hulûsî
ì®í
HAŞİYE:
Bundan otuz beş sene evvel.
ahmak:
pek akılsız, sersem, bu-
dala, kalın kafalı, şaşkın, zekaca
gelişmemiş.
asar:
eserler, izler, nişanlar.
asla:
hiç bir vakit, olması imkân-
sız.
ayan-beyan:
açık, meydanda,
açıkta, belli.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
bahis:
bahseden, araştıran, anla-
tan.
bedî:
eşi ve benzeri olmayan, eş-
siz güzel; yeni, garip, eşsiz.
belî:
evet.
can:
gönül, yürek.
can ü dilden:
içtenlikle candan
ve gönülden.
defa:
kere, kez, yol.
ders-i ibret:
ibret dersi, fikri ol-
gunlaştıran, bakış açısını gelişti-
ren ders.
dil:
gönül, kalb.
emsal:
eşler, benzerler.
erbab-i iman:
iman sahipleri.
eser:
telif, kitap.
hakikat:
asıl, esas; gerçek, hayalî
olmayan, görülen, mevcut olan,
bir şeyin aslı ve esası.
hâl-i âlem:
şimdiki hâl ve yaşa-
ma şekli.
hata:
yanlış, yanlışlık, galat.
hezeyan:
saçmalama, abuk sa-
buk konuşma, herze.
iğfal:
yanıltma, gaflete düşürerek
kandırma, yanlış iş yaptırma, al-
datma, aldatılma.
ihtiva:
içerme, içine alma.
ihtiyaç:
gereklilik, lüzumluluk hâ-
li, muhtaç oluş.
ilâ:
son, nihayet, dek, değin, ... ye,
... ye kadar.
irsal:
göndermek gönderilmek,
yollamak.
isabet:
doğru ve yerinde bir fikir
söyleme.
istinbat:
bir söz veya işten gizli
bir mana çıkarma.
itikat:
bir inanca, bir fikre bağlan-
ma, inanma.
kahir:
üstün gelerek mahvetme,
üstün gelerek helâk etme, batır-
ma, ezme.
kuvvet:
nüfuz, yapabilme, ikti-
dar.
lâf:
konuşma.
lihikmetin:
bir hikmetten dolayı,
bir hikmete dayanarak, hikmet
icabı.
mahdut:
sınırlanmış, çevrilmiş,
hudutlandırılmış.
meselâ:
misal olarak, şunun gibi,
söz gelişi, faraza.
mevzu:
ele alınan, üzerinde
durulan husus, bahis, konu.
misal:
ahlâk ve adapla ilgili
kıssa, hikâye veya masal.
mü’min:
iman eden, inanan.
mülhit:
İslâm dininden ayrı-
lan, Allah’a ve dine inanma-
yan, Allah’ı inkâr eden, dinsiz,
imansız, münkir.
münasebet:
münasiplik, iki
şey arasındaki uygunluk.
neşir:
herkese duyurma, ta-
mim.
nevi:
şekil, çeşit.
sabitkadem:
fikrinde dire-
nen, sözünde duran.
saha:
alan.
şüphe:
kuşku.
tasdik:
onaylama.
tevfik:
başarı, muvaffakiyet.
teyit:
doğrulama, doğru çı-
karma, destekleme.
tuğyan:
zulüm, haksızlık ve
küfürde ileri gitme.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
zahir:
açık, belli, meydanda.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zeyl:
ek, ilâve.
zümre-i tuğyan:
dinsiz, azgın,
sapkın topluluk.
1.
Sabır, kurtuluşun anahtarıdır. (Keşfü’I-Hafa, 2:21, hadis no: 1590.)
2.
Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir. (Bakara Suresi: 153; Enfal Suresi: 46.)
| 60 | BARLA LÂHİKASI
1...,50,51,52,53,54,55,56,57,58,59 61,62,63,64,65,66,67,68,69,70,...720
Powered by FlippingBook