muhterem Üstadımın arkasında ve yakınında komşuluk
vermek suretiyle a’mal-i hakikiyeye nail buyurur. Risale-i
Nur gerçi zahiren sizin eserinizdir, fakat nasıl ki Kur’ân-ı
Mübin Allah’ın kelâmı iken Seyyid-i Kâinat, Eşref-i Mah-
lûkat Efendimiz nâsa tebliğe vasıta olmuştur; siz de bu
asırda yine o Furkan-ı Azîm’in nurlarından bu günün kar-
makarışık sarhoş insanlarına, emr-i Hak’la hitap ediyor-
sunuz. Öyle ise, O Hakîm-i Rahîm, size bu eseri yaptır-
tan o Nurları ayak altında bıraktırmaz. Elbette ve elbette
fânîlerden, belki de hiç ümit edilmediklerinden sahipler,
hafızlar, ikinci, üçüncü, hatta onuncu derecede mübelliğ-
ler, naşirler halk buyurur itikadındayım.
Hulûsî
ì
®
í
Œ
4
œ
Evet, İslâmiyet gibi bir âlî tarikim, acz ve fakrı Allah’a
karşı bilmek gibi bir meşrebim, Seyyidi’l-Mürselîn gibi bir
rehberim, Kur’ân-ı Azîmüşşan gibi bir mürşidim, bir da-
kikada mertebe-i velâyete erişmek gibi ulvî bir netice al-
mak mümkün olan askerlik gibi bir mesleğim var.
Üstadım bana ve dinleyen her zevi’l-ukule, “
Tarikat za-
manı değil, imanı kurtarmak zamanıdır. Beş vakit
namazını hakkıyla eda et, namazın nihayetindeki tesbih-
leri yap, ittiba-ı sünnet et, yedi kebairi işleme
” dersini
vermiştir. Ben gerek bu derse, gerek Risaletü’n-Nur ile
BARLA LÂHİKASI | 59 |
mete lâyık, aziz, saygın.
mübelliğ:
tebliğ eden, haber ve-
ren, bildiren.
mümkün:
mümkün, olabilir, im-
kân dahilinde, kabil.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
nail:
muradına ermiş, emelini
gerçekleştirmiş, amacına ulaşmış.
nâs:
insanlar, topluluk, halk, her-
kes.
naşir:
dağıtan, yayan, neşreden,
saçan, açan.
netice:
sonuç.
nihayet:
en sonunda.
rehber:
fazilet ve marifet yolu
gösteren kimse, mürşit.
sahip:
bir niteliği olan, bir vasıf
taşıyan kimse.
Seyyid-i Kâinat:
kâinatın Efendi-
si; Hz. Muhammed (
ASM
).
Seyyidü’l-Mürselîn:
gönderilmiş
bütün peygamberlerin büyüğü,
peygamberlerin başkanı; Hz. Mu-
hammed (
ASM
).
suret:
şekil, biçim.
sünnet:
farz ibadetler dışında, Hz.
Muhammed’in (
ASM
) yapmayı
âdet edindiği ibadetler.
tarik:
seçilen tarz, usul, benimse-
nen fikir.
tebliğ:
bildiri, beyanname, mesaj.
tesbih:
Her namazın sonunda
otuz üçer defa Sübhanallah, el-
hamdülillâh, Allahü ekber deme.
ulvî:
manevî, ruhanî.
ümit:
umut, umma, ümit; bazı
şeylerin istediği yönde olması ko-
nusunda beslenen his.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vakit:
belirli zaman, belirli süre,
vade, ecel.
vasıta:
aracı.
velâyet:
velî ve ermiş olan kim-
senin hâli ve sıfâtı.
zahir:
görünüşe göre, anlaşılan,
meğer.
zevi’l-ukul:
aklı olanlar, akıl sa-
hipleri.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
belki:
hatta.
derece:
mertebe, kademe.
eda:
yerine getirme.
elbette:
eninde sonunda.
emr-i Hak:
Hakkın emri, Al-
lah’ın emri.
eser:
bir kimsenin meydana
getirdiği, ortaya koyduğu
mahsul.
eşref-i mahlûkat:
mahlûka-
tın en eşrefi, yaratılmışların
en şereflisi; insan.
fakr:
fakirlik, yoksulluk, muh-
taçlık, züğürtlük.
fânî:
ölümlü.
Furkan-ı azîm:
pek çok etkili
hükümleriyle hakkı batıldan
ayıran büyük Kur’ân.
hafız:
ezberleyen.
Hakîm-i Rahîm:
her şeyi ga-
ye ve hikmetlerle yaratan,
çok çok merhametli, Allah.
halk:
yaratma, yaratış.
hitap:
bir gruba veya bir top-
luluğa karşı konuşma, nutuk.
İslâmiyet:
Müslümanlık, se-
mavî dinlerin sonuncusu.
itikat:
bir inanca, bir fikre
bağlanma, inanma.
ittıba-i sünnet:
Hz. Peygam-
berimizin sünnetine uyma.
kebair:
büyük günahlar, ce-
zası büyük olan günahlar.
belli başlıları şunlardır:.
kelâm:
İlâhî söz, İlâhî emir,
vahiy.
Kur’ân-ı Azîmüşşan:
şan ve
şerefi yüce olan Kur’ân.
Kur’ân-ı Mübin:
hak ve haki-
kati açıklayan Kur’ân.
meslek:
iş.
meşrep:
âdet.
muhterem:
saygı değer, hür-