Birinci Hassa:
Bana mensup her şeye malları gibi
tesahub ediyorlar. Bir Söz yazılsa, kendileri yazmış ve te-
lif etmiş gibi zevk alıyorlar, Allah’a şükrediyorlar. Âdeta
cesetleri muhtelif, ruhları bir hükmünde hakikî manevî ve-
reselerdir.
İkinci Hassa:
Bütün makasıd-ı hayatiye içinde en
büyük, en mühim maksatları, o nurlu Sözler vasıtasıyla
Kur’ân’a hizmet biliyorlar. Dünya hayatının netice-i ha-
kikiyesinin ve dünyaya gelmekteki vazife-i fıtriyelerinin en
mühimi, hakaik-ı imaniyeye hizmet olduğunu telâkkileri-
dir.
Üçüncü Hassa:
Ben kendi nefsimde tecrübe ettiğim
ve eczahane-i mukaddese-i Kur’âniyeden aldığım ilâçları,
onlar da kendi yaralarını hissedip o ilâçları merhem sure-
tinde tecrübe ediyorlar. Aynı hissiyatımla mütehassıs olu-
yorlar. Ve ehl-i imanın imanlarını muhafaza etmek gay-
reti, en yüksek derecede taşımaları ve ehl-i imanın kalbi-
ne gelen şübehat ve evhamdan hâsıl olan yaraları tedavi
etmek iştiyakı, yüksek bir derece-i şefkatte hissetmeleri-
dir.
D
ÖRDÜNCÜ
S
EBEP
:
Hulûsî Bey; benim yegâne manevî
evlâdım ve medar-ı tesellim ve hakikî vârisim ve bir de-
ha-i nuranî sahibi olacağı muhtemel olan biraderzadem
Abdurrahman’ın vefatından sonra, Hulûsî aynen yerine
geçip o merhumdan beklediğim hizmeti onun gibi ifaya
başlamasıyla ve ben onu görmeden epey zaman evvel
Sözler
’i yazarken, onun aynı vazifesiyle muvazzaf bir
BARLA LÂHİKASI | 49 |
şey, varılmak istenen nokta, ni-
yet, meram.
manevî:
madde dışı olan, maddî
olmayan, manaya ait.
medar-ı teselli:
ferahlık sebebi,
teselli kaynağı.
mensup:
bir şeye veya kimseye
nispeti olan, alâkası bulunan, bir
şeyle ilgili olan.
merhem:
acıyı teskin eden şey.
merhum:
kendine rahmet edil-
miş.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
muhtelif:
türlü türlü, çeşitli, çeşit
çeşit, farklı.
muhtemel:
ihtimal dahilinde
olan, umulur, beklenir, olabilir, ol-
ması mümkün, olmayacak şey
değil.
mukaddes:
takdis edilmiş, müba-
rek, ayıp ve noksanlardan kurtul-
muş, kutsal, aziz, temiz.
muvazzaf:
vazifelendirilmiş, ken-
disine görev verilmiş, vazifeli.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mütehassıs:
hislenmek, duygu-
lanmak.
nefs:
kendi, şahıs.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
ruh:
his, duygu.
sahip:
bir niteliği olan, bir vasıf
taşıyan kimse.
suret:
şekil, biçim.
şübehat:
şüpheler.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
tecrübe:
deneyim, sınama, sınav,
imtihan.
telâkki:
anlama, anlayış, görüş.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tesahub:
sahip çıkma, benimse-
me, koruma.
vâris:
vekil.
vasıta:
sebep.
vazife:
yapılması bir kimseye ıs-
marlanan iş.
vazife-i fıtriye:
fıtrî vazife, yaratı-
lışa ait vazife.
vefat:
ölüm, ölme. (insan hakkın-
da.).
verese:
vârisler, mirasçılar, miras
alanlar.
yegâne:
biricik, tek, yalnız.
zevk:
manevî haz.
âdeta:
sanki.
aynen:
bir şeyin aslı veya
kendisi olarak, tıpkı tıpkısına,
hiç değişmeden, olduğu gibi.
biraderzade:
kardeş çocuğu,
yeğen.
ceset:
ten, gövde, vücut, be-
den.
deha:
olağanüstü zekâ sahibi
kimse.
derece:
değer, miktar.
derece-i şefkat:
sevgi ve şef-
kat mertebesi.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri, İslâm dinini kabul
edenler.
evham:
vehimler, zanlar, kuş-
kular, esassız şeyler, kuruntu-
lar.
evlât:
çocukyar, nesil.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
başlangıç.
gayret:
mukaddes değerlere
saldırılma anında uyanan
duygu, mukaddes değerleri
koruma hissi.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikî:
gerçek, sahici.
hâsıl:
peyda olan, çıkan,
meydana gelen, ortaya çıkan,
beliren.
hissiyat:
hisler, duygular.
hizmet:
bu şekilde yapılan iş,
vazife, memuriyet.
hüküm:
yerine.
ifa:
bir işi yapma, bir işi ger-
çekleştirme.
ilâç:
derde deva olan şey.
iştiyak:
aşırı isteme, çok fazla
arzu etme.
makasıd-ı hayatiye:
hayat
ile ilgili gayeler, yaşama yö-
nelik niyetler.
maksat:
kastedilen, istenilen