MAHREM BİR SUALE CEVAPTIR
Şu sırr-ı inayet; eskiden mahremce yazılmış, On Dör-
düncü Sözün ahirine ilhak edilmişti. Her nasılsa ekser
müstensihler unutup yazmamışlardı. Demek münasip ve
lâyık mevkii burası imiş ki, gizli kalmış.
Benden sual ediyorsun: “Neden senin Kur’ân’dan yaz-
dığın
Sözlerde
bir kuvvet, bir tesir var ki, müfessirlerin ve
ariflerin sözlerinde nadiren bulunur. Bazen bir satırda bir
sahife kadar kuvvet var; bir sahifede bir kitap kadar tesir
bulunuyor.”
Elcevap:
(HAŞİYE)
Şeref i’caz-ı Kur’ân’a ait olduğundan
ve bana ait olmadığından, bilâperva derim:
Ekseriyet itibarıyla öyledir. Çünkü yazılan Sözler tasav-
vur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şa-
hadettir, şuhuttur; taklit değil, tahkiktir; iltizam değil,
iz’andır; tasavvuf değil, hakikattir; dava değil, dava için-
de bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki:
Eski zamanda, esasat-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavi
idi. Teferruatta, ariflerin marifetleri delilsiz de olsa, beya-
natları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda, dalâlet-i
fenniye elini esasata ve erkâna uzatmış olduğundan, her
derde lâyık devayı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zat-ı
Zülcelâl, Kur’ân-ı Kerîm’in en parlak mazhar-ı i’cazından
olan temsilâtından bir şulesini, acz ve zaafıma, fakr ve
HAŞİYE:
Güzel bir cevaptır.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
ahir:
son, sonraki, en sonra.
arif:
bilen, bilgi sahibi, vâkıf, aşi-
na.
beyanat:
bir konuda yapılan ge-
nel açıklamalar, bildiriler.
bilâperva:
korkusuzca, çekinme-
den.
bürhan:
delil, ispat, tanık, hüccet.
dalâlet-i fenniye:
fenden, ilim-
den gelen sapkınlık, ilmî dalâlet.
dava:
iddia edilen fikir.
delil:
şahit, belge, tanık.
dert:
tasa, keder, kaygı, gam, ka-
savet.
deva:
ilâç, çare, tedbir.
ekser:
pek çok.
ekseriyet:
en büyük kısım, çok-
luk, çoğunluk.
erkân:
rükünler, esaslar.
esasat:
temeller, kökler.
esasat-ı imaniye:
imanın esasla-
rı, imanın altı şartı.
fakr:
yoksunluk, yoksulluk.
Hakîm-i Rahîm:
her şeyi gaye ve
hikmetlerle yaratan, çok çok
merhametli, Allah.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılışta-
ki İlâhî gaye.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın mu’cize
oluşu.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ilhak:
ilâve etme, ekleme, katma.
iltizam:
birinin tarafını tutma, ta-
raftarlık yapma, tarafgirlik.
iman:
Bir konuda kuvvetli inanç.
iz’an:
basiret, feraset, anlayış,
kavrayış, akıl, zakâ.
kavi:
sağlam, inanılır.
kuvvet:
tesir kudreti, etkileme
gücü.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
mahfuz:
hıfz olunmuş saklanmış.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken.
mahremce:
herkese duyurmaya-
rak.
makbul:
geçerli, muteber.
marifet:
tasavvufî bilgi, ilhama
dayanan vasıtasız bilgi.
mazhar-ı i’caz:
mu’cizeliğin gö-
ründüğü yer.
mevki:
yer, mekân.
müfessir:
tefsir eden, açıklayan,
kısa bir şeyi genişletip anlamını
ortaya koyan.
münasip:
uygun, yerinde.
müstensih:
istinsah eden, bir ya-
zının suretini, kopyasını çıkaran,
yazılı bir metnin suretini çıkara-
rak çoğaltan, kopya eden.
nadiren:
ender olarak, az olarak,
pek az bulunarak.
sahife:
üzerine yazı yazılan veya
basılan bir kâğıt yaprağının iki
yüzünden her biri, sayfa.
satır:
bir sayfa üzerinde yan
yana dizilmiş kelimeler; yazı
sırası.
sır:
manevî hakikat ve mari-
fetler.
sırr-ı inayet:
çok cömert olan
Allah’ın ihsanlarının, yardım
ve lutfunun sırrı.
sual:
soru.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şeref:
manevî büyüklük, yük-
seklik, yücelik, ululuk, seçkin-
lik.
şuhut:
gözle görme.
şule:
parıltı, ışık.
tahkik:
doğru olup olmadığını
araştırma, hakikatini araştır-
ma, araştırıp soruşturma.
taklit:
başkasının fikir ve gö-
rüşlerine körü körüne uyma,
onun gibi hareket etme.
tasavvuf:
İslâmiyetin temel
prensiplerine dayanarak, nef-
si dünya alâkalarından ve
sevgisinden kesip Allah’a
ulaşma yolundaki kalbe, ah-
lâka, nefse, ruha, marifete,
makama ve bâtına ait bilgiler,
mutasavvıfların ilmi, Allah’a
ulaşma bilgisi ve yaklaşımı.
tasdik:
onaylama.
teferruat:
ayrıntılar, asıldan
ayrılan ikinci derecede bö-
lümler.
temsilât:
temsiller, örnekler.
tesir:
etkileme.
teslim:
karşısındakinin hük-
mü altına girme, boyun eğ-
me, rıza gösterme.
zaaf:
zayıflık, kuvvetsizlik,
dermansızlık, arıklık.
zat-ı Zülcelâl:
celâl sahibi,
büyüklük, izzet, heybet ve
azamet sahibi Allah.
| 46 | BARLA LÂHİKASI