Bu nevi ihtiyârsız ve habersiz gelen bir kerametin izharı
zararsızdır.
Eğer adî keramatın fevkine çıksa, o vakit olsa olsa
Kur’ân’ın i’caz-ı manevîsinin şuleleri olur. Madem i’caz
izhar edilir; elbette i’caza yardım edenin dahi izharı i’caz
hesabına geçer. Hiç medar-ı fahir ve gurur olamaz; belki
medar-ı hamd ve şükrandır.
Y
EDİNCİ
S
EBEP
:
Nev-i insanın yüzde sekseni ehl-i tahkik
değildir ki, hakikate nüfuz etsin ve hakikati hakikat tanı-
yıp kabul etsin. Belki, surete, hüsnüzanna binaen, mak-
bul ve mutemet insanlardan işittikleri mesaili takliden ka-
bul ederler. Hatta, kuvvetli bir hakikati zayıf bir adamın
elinde zayıf görür; ve kıymetsiz bir meseleyi kıymettar bir
adamın elinde görse, kıymettar telâkki eder.
İşte, ona binaen, benim gibi zayıf ve kıymetsiz bir bî-
çarenin elindeki hakaik-ı imaniye ve Kur’âniyenin kıyme-
tini, ekser nâsın nokta-i nazarında düşürmemek için, bil-
mecburiye ilân ediyorum ki, ihtiyârımız ve haberimiz ol-
madan, birisi bizi istihdam ediyor; biz bilmeyerek bizi mü-
him işlerde çalıştırıyor. Delilimiz de şudur ki: Şuurumuz
ve ihtiyârımızdan hariç bir kısım inayata ve teshilâta maz-
har oluyoruz. Öyle ise, o inayetleri bağırarak ilân etmeye
mecburuz.
İşte, geçmiş yedi esbaba binaen, küllî birkaç inayet-i
Rabbaniyeye işaret edeceğiz.
adî:
âdet olan.
belki:
hatta.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
bilmecburiye:
mecburiyetle,
mecbur kalarak, mecburen, zo-
runlu olarak.
binaen:
den dolayı, -den ötürü, -
için, -dayanarak, yapılarak, bu se-
bepten.
delil:
bir davayı, meseleyi ispata
yarayan şey, bürhan, beyyine.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıranlar,
gerçeğin peşinden gidenler.
ekser:
en çok, daha ziyade.
esbap:
nedenler, sebepler, vası-
talar.
fahr:
övünme, böbürlenme, bü-
yüklenme, şeref, onur, kıvanç.
fevk:
üst, üst taraf, yukarı, üzeri.
gurur:
kibir, kurum, kurulma.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakikat:
gerçek, hayalî olmayan,
görülen, mevcut olan, bir şeyin
aslı ve esası.
hamd:
Allah’a karşı olan şükran
ve memnuniyetini onu överek
bildirme, Allah’ın yüceliğini övme.
hariç:
dışında.
hüsn-i zan:
iyi zan, güzel kanaat.
i’caz:
mu’cize.
ilân:
meydana çıkarma, belli et-
me, yayma, duyurma, bildirme.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
hizmete alma, hizmet ettirme, bir
işte çalıştırma, çalıştırma.
işaret:
nişan, alâmet, iz.
izhar:
açığa vurma, meydana çı-
karma, aşikâr etme.
keramet:
kerem, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
kısım:
bölük, parça, takım, çeşit,
nevi.
kıymet:
değer, bir şey için tespit
edilen karşılık, paha, bedel,
tutar.
kıymettar:
kıymetli, değerli,
pahalı.
küllî:
külle ilgili, bütüne ait,
umumî, bütün, hepsi.
madem:
çünkü, için, değil mi
ki, ...den dolayı, böyle ise, he-
le.
makbul:
itimat edilir.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me, kavuşma; nail olmuş,
erişmiş, kavuşmuş.
mecbur:
zorunlu.
medar:
dayanak noktası, se-
bep, vesile.
mesail:
meseleler.
mesele:
konu.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
nâs:
insanlar, topluluk, halk,
herkes.
nev:
cins, çeşit
nev-i insan:
insan cinsi.
nokta-i nazar:
görüş açısı,
bakış açısı; görüş, fikir.
nüfuz:
içe geçme, işleme.
suret:
biçim, görünüş, kılık,
kıyafet.
şule:
parıltı, ışık.
şuur:
bir şeyi anlama, tanıma
ve kavrama gücü; anlayış, id-
rak.
şükran:
teşekkür etme, iyilik
bilme.
taklit:
delilsiz olarak hareket
etme, şeriattaki delilini bil-
meksizin bir hükümle amel
etme.
telâkki:
kabul etme, alma.
teshilât:
kolaylaştırmalar.
vakit:
vakit, zaman, an.
zaif:
zayıf, güçsüz, kuvvetsiz,
takatsiz, dermansız.
zan:
düşünce.
| 36 | BARLA LÂHİKASI