Barla Lâhikası - page 37

Birinci İşaret:
Yirmi Sekizinci Mektubun Sekizinci
Meselesinin Birinci Nüktesinde beyan edilmiştir ki, teva-
fukattır.
Ezcümle
, Mu’cizat-ı Ahmediye Mektubatında, Üçüncü
İşaretinden tâ On Sekizinci İşaretine kadar altmış sahife,
habersiz, bilmeyerek, bir müstensihin nüshasında, iki sa-
hife müstesna olmak üzere mütebaki bütün sahifelerde,
kemal-i muvazenetle, iki yüzden ziyade
Resul-i Ekrem
Aleyhissalâtü Vesselâm
kelimeleri birbirine bakıyorlar.
Kim insafla iki sahifeye dikkat etse, tesadüf olmadığını
tasdik edecek. Hâlbuki, tesadüf, olsa olsa bir sahifede kes-
retli emsal kelimeleri bulunsa, yarı yarıya tevafuk olur, an-
cak bir-iki sahifede tamamen tevafuk edebilir. O hâlde
böyle umum sahifelerde
Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Ves-
selâm
kelimesi, iki olsun, üç olsun, dört olsun veya daha
ziyade olsun, kemal-i mizan ile birbirinin yüzüne baksa,
elbette tesadüf olması mümkün değildir. Hem sekiz ayrı
ayrı müstensihin bozamadığı bir tevafukun, kuvvetli bir
işaret-i gaybiye, içinde olduğunu gösterir.
Nasıl ki ehl-i belâgatin kitaplarında belâgatin derecatı
bulunduğu hâlde, Kur’ân-ı Hakîm’deki belâgat, derece-i
i’caza çıkmış; kimsenin haddi değil ki ona yetişsin. Öyle
de, mu’cizat-ı Ahmediyenin bir âyinesi olan On Doku-
zuncu Mektup ve mu’cizat-ı Kur’âniyenin bir tercümanı
olan Yirmi Beşinci Söz ve Kur’ân’ın bir nevi tefsiri olan
Risale-i Nur eczalarında tevafukat, umum kitapların
fevkinde bir derece-i garabet gösteriyor. Ve ondan
BARLA LÂHİKASI | 37 |
mellik.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
mesele:
konu.
mizan:
akıl, idrak, muhakeme.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah tara-
fından verilip, yalnız peygamber-
lerin gösterebilecekleri büyük
harika işler.
muvazenet:
muvazene hâli,
denk gelme, dengelenme, denk-
leşme, denklik.
mümkün:
mümkün, olabilir, im-
kân dâhilinde, kabil.
müstensih:
istinsah eden, bir ya-
zının suretini, kopyasını çıkaran,
yazılı bir metnin suretini çıkara-
rak çoğaltan, kopya eden.
müstesna:
ayrı tutularak, hariç,
ayrık.
nevi:
şekil, çeşit.
nükte:
ince manalı, düşündürü-
cü, zarif ve şakalı söz.
nüsha:
birbirinin aynı olan yazılı
metinlerden her biri.
sahife:
üzerine yazı yazılan veya
basılan bir kâğıt yaprağının iki
yüzünden her biri, sayfa.
tamam:
tam, eksiksiz, noksansız,
kâmil.
tamamen:
büsbütün.
tasdik:
onaylama.
tercüman:
tercüme eden, başka
bir dilde yazılmış veya söylenmiş
bir şeyi yine başka dile çeviren,
çevirici, dilmaç.
tesadüf:
rastgelme, rastlantı; ön-
ceden bilinmeyeni, hesaplanma-
yan karşılaşma.
tevafuk:
uyma, uygun gelme,
uygunluk, rastlamak, münasebet,
birbirine denk gelme.
umum:
hep, bütün, cümle, her-
kes.
âyine:
ayna, mirat.
belâgat:
sözün düzgün, ku-
sursuz, yerinde ve hâlin ve
makamın icabına göre söy-
lenmesini öğreten ilmin adı,
edebiyat kaideleri ile ilgili
ilim.
beyan:
anlatma, açık söyle-
me, bildirme, izah.
derecat:
dereceler, basamak-
lar, kademeler, yükseklikler,
mertebeler.
derece-i i’caz:
mu’cizelik de-
recesi.
dikkat:
incelik, ince eleme,
dakiklik, dakik oluş.
ecza:
cüzler, parçalar, kısım-
lar.
ehl-i belâgat:
güzel, kusursuz
söz söyleyenler, edipler, ede-
biyatçılar.
Ekrem:
daha (en, pek) kerîm;
çok şeref sahibi, pek cömert,
eli açık.
elbette:
kesinlikle, mutlaka,
şüphesiz.
emsal:
eş, benzer.
ezcümle:
belli başlı, başlıca,
özellikle, bu cümleden olarak,
bu da, bu babdan.
fevk:
üst, üst taraf, yukarı,
üzeri.
garabet:
başkalık, değişiklik.
had:
güç, ehliyet, yetki.
icaz:
mu’cize.
insaf:
Adaletli ve hakkı göze-
terek davranma.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili
işaret; Hz. Peygamber, müçte-
hit imamlar tarafından gayba
ait verilen haberler, işaret yo-
lu ile yapılan açıklamalar.
kemal:
olgunluk, yetkinlik,
tamlık; kusursuz, tam ve ek-
siksiz olma; erginlik, mükem-
1...,27,28,29,30,31,32,33,34,35,36 38,39,40,41,42,43,44,45,46,47,...720
Powered by FlippingBook