Beşinci İşaret:
Risaleler umumiyetle pek çok inti-
şar ettiği hâlde, en büyük âlimden tut, tâ en âmî adama
kadar ve ehl-i kalb büyük bir velîden tut, tâ en muannit
dinsiz bir feylesofa kadar olan tabakat-ı nâs ve taifeler o
risaleleri gördükleri ve okudukları ve bir kısmı tokatlarını
yedikleri hâlde tenkit edilmemesi ve her taife derecesine
göre istifade etmesi, doğrudan doğruya bir eser-i inayet-i
Rabbaniye ve bir keramat-i Kur’âniye olduğu gibi, çok tet-
kikat ve taharriyatın neticesiyle ancak husul bulan o çeşit
risaleler, fevkalâde bir sür’atle, hem idrakimi ve fikrimi
müşevveş eden sıkıntılı inkıbaz vakitlerinde yazılması da-
hi, bir eser-i inayet ve bir ikram-ı Rabbanîdir.
Evet, ekser kardeşlerim ve yanımdaki umum arkadaş-
larım ve müstensihler biliyorlar ki; On Dokuzuncu Mek-
tubun beş parçası, birkaç gün zarfında her gün iki-üç sa-
atte ve mecmuu on iki saatte hiçbir kitaba müracaat edil-
meden yazılması; hatta en mühim bir parça ve o parça-
da lâfz-ı Resul Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm kelimesin-
de zahir bir hatem-i Nübüvveti gösteren Dördüncü Cüz,
üç-dört saatte, dağda, yağmur altında ezber yazılmış; ve
Otuzuncu Söz gibi mühim ve dakik bir risale, altı saat için-
de bir bağda yazılmış; ve Yirmi Sekizinci Söz, Süley-
man’ın bahçesinde bir, nihayet iki saat içinde yazılması
gibi, ekser risaleler böyle olması; ve eskiden beri sıkıntılı
ve munkabız olduğum zaman, en zahir hakikatleri dahi
beyan edemediğimi, belki bilemediğimi yakın dostlarım
biliyorlar. Hususan o sıkıntıya hastalık da ilâve edilse,
daha ziyade beni dersten, teliften men etmekle beraber;
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
âmî:
âlim olmayan, sıradan kim-
se.
bağ:
bahçe, her türlü ağaç ve bit-
ki yetiştirilen yer, bostan.
belki:
hatta.
beyan:
anlatma, açık söyleme,
bildirme, izah.
cüz:
bir kitabın parçalarından her
biri.
dakik:
derin anlamlı.
Ekrem:
daha (en, pek) kerîm; çok
şeref sahibi, pek cömert, eli açık.
ekser:
en çok, daha ziyade.
eser-i inayet:
lütuf eseri; ihsan,
iyilik, yardım alâmeti.
eser-i inayet-i Rabbaniye:
Rab
olan Allah’ın yardımının eserleri..
fevkalâde:
alışılmıştan farklı, ola-
ğanüstü, normalin üstünde.
feylesof:
felsefe ile uğraşan, filo-
zof.
hakikat:
gerçek, hayalî olmayan,
görülen, mevcut olan, bir şeyin
aslı ve esası.
hatem:
mühür, damga.
husul:
hâsıl olma, meydana gel-
me, peyda olma.
hususan:
bilhassa, ayrıca, başka-
ca, hususî olarak.
idrak:
anlayış, akıl erdirme, anla-
ma, kavrama kabiliyeti.
İkrâm-ı Rabbanî:
yaratıp terbiye
edici olan Rabbimizin ikramı, ba-
ğışı.
ilâve:
bir şeye eklenen, katılan
şey, ek.
inkıbaz:
kasvet, tutukluk, sıkıntı,
sıkılma.
intişar:
yayılma, dağılma, neşro-
lunma.
istifade:
faydalanma, yararlan-
ma, yarar sağlama.
Keramet-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
lütfu ikramı.
kısım:
bölüm, kol, dal.
lâfız:
söz, kelime, ağızdan çıkan,
manalı veya manasız söz.
mecmu:
bütün hepsi.
men:
yasak etme, durdurma,
mâni olma, bırakmama, bir şeyi
diriğ etme, bir şeyin yapılmasını
engelleme, esirgeme, vermeme,
önleme.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
munkabız:
sıkıntılı, sıkılmış.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müracaat:
başvurma, danışma;
başvuru.
müstensih:
istinsah eden, bir ya-
zının suretini, kopyasını çıkaran,
yazılı bir metnin suretini çıka-
rarak çoğaltan, kopya eden.
müşevveş:
teşevvüşe uğra-
mış, belirsiz, karışık, düzensiz,
karmakarışık.
nihayet:
son, uç, bitim, en-
cam.
Nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik, Allah’ın elçiliği, pey-
gamberlik hâl ve şânı.
Resul-i Ekrem:
çok cömert,
kerîm olan peygamber. Hz.
Muhammed.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
saat:
bir günlük sürenin yirmi
dörtte birine eşit zaman par-
çası.
sür’at:
çabukluk, hız, acele.
tabakat-ı nâs:
insan sınıfları,
insan katmanları.
taharriyat:
araştırmalar, ara-
malar, incelemeler, tahkik et-
meler.
taife:
kavim, kabile.
telif:
kitap yazma, eser orta-
ya koyma.
tenkit:
eleştiri.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
ceden inceye yoklama, ince-
leme.
tetkikat:
incelemeler, araştır-
malar.
tokat:
ceza.
umum:
hep, bütün, cümle,
herkes.
umumiyet:
umumî olma hâli,
umumîlik, bir şeyin herkese
ait olması, genellik.
vakit:
vakit, zaman, an.
zahir:
açık, belli, meydanda.
zarf:
iç.
zarfında:
süresince belli bir
sürede.
ziyade:
çok, fazla, artık.
| 42 | BARLA LÂHİKASI