Yani, “
Kur’ân’ın hakaik-ı i’cazını ben güzelleştireme-
dim, güzel gösteremedim; belki Kur’ân’ın güzel hakikat-
leri benim tabiratlarımı da güzelleştirdi, ulvîleştirdi
.”
Madem böyledir; hakaik-ı Kur’ân’ın güzelliği namına,
Sözler namındaki âyinelerinin güzelliklerini ve o âyine-
darlığa terettüp eden inayat-ı İlâhiyeyi izhar etmek, mak-
bul bir tahdis-i nimettir.
B
EŞİNCİ
S
EBEP
:
Çok zaman evvel bir ehl-i velâyetten işit-
tim ki: O zat, eski velîlerin gaybî işaretlerinden istihraç et-
miş ve kanaati gelmiş ki, “Şark tarafından bir nur zuhur
edecek, bid’alar zulümatını dağıtacak.” Ben, böyle bir nu-
run zuhuruna çok intizar ettim ve ediyorum. Fakat çiçek-
ler baharda gelir. Öyle kudsî çiçeklere zemin hazır etmek
lâzım gelir. Ve anladık ki, bu hizmetimizle o nuranî zatla-
ra zemin ihzar ediyoruz.
Madem kendimize ait değil; elbette, Sözler namındaki
nurlara ait olan inayat-ı İlâhiyeyi beyan etmekte medar-ı
fahr ve gurur olamaz, belki medar-ı hamd ve şükür ve tah-
dis-i nimet olur.
A
LTINCI
S
EBEP
:
Sözler’
in telifi vasıtasıyla Kur’ân’a hiz-
metimize bir mükâfat-ı acile ve bir vasıta-i teşvik olan ina-
yat-ı Rabbaniye, bir muvaffakıyettir. Muvaffakıyet ise iz-
har edilir. Muvaffakıyetten geçse, olsa olsa bir ikram-ı İlâ-
hî olur. İkram-ı İlâhî ise, izharı bir şükr-i manevîdir.
Ondan dahi geçse, olsa olsa, hiç ihtiyârımız karışma-
dan bir keramat-ı Kur’âniye olur. Biz, mazhar olmuşuz.
BARLA LÂHİKASI | 35 |
azzez, aziz.
lâzım:
gerek, gerekli, lüzumlu.
madem:
çünkü, için, değil mi ki,
...den dolayı, böyle ise, hele.
makbul:
geçerli, muteber.
mazhar:
nail olma, şereflenme,
kavuşma; nail olmuş, erişmiş, ka-
vuşmuş.
medar:
dayanak noktası, sebep,
vesile.
muvaffakıyet:
Allah’ın yardımıy-
la başarılı olma, muvaffak olma,
başarma.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet veya
başarıdan ötürü verilen şey, ödül.
nam:
yerine, vekillik.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, bağış.
şark:
doğu yönünde yer alan yer-
ler, doğu bölgeleri.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibini
tanıma ve ona karşı minnet duy-
ma.
tabirat:
tabirler, ifadeler, terimler,
deyimler.
tahdis:
nimete karşı şükretme.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
terettüp:
ait olma, icabetme, ge-
rekme.
ulvî:
yüksek, yüce.
vasıta:
sebep.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zemin:
yer.
zuhur:
görünme, meydana çık-
ma.
zulümat:
dinsizlik, zulüm ve kü-
für.
acil:
acele, hemen, derhal.
ait:
ilişkin, dolayı, üzerine.
âyine:
ayna, mir’at.
âyinedar:
ayna tutan.
belki:
hatta, kat’iyetle.
beyan:
anlatma, açık söyle-
me, bildirme, izah.
bid’a:
dinin aslına uymayan
adet ve uygulamalar.
ehil:
sahip, malik, yetki sahibi
olan.
elbette:
her hâlde.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
başlangıç.
fahr:
övünme, böbürlenme,
büyüklenme, şeref, onur, kı-
vanç.
gaybî:
gayba ait, göze görün-
meyenlere ait, gaypla ilgili,
hazırda olmayan.
gurur:
kibir, kurum, kurulma.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek, hayalî olma-
yan, görülen, mevcut olan, bir
şeyin aslı ve esası.
hamd:
Allah’a karşı olan şük-
ran ve memnuniyetini onu
överek bildirme, Allah’ın yü-
celiğini övme.
i’caz:
mu’cize.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
ikram-ı İlâhî:
Allah’ın ikram
ve ihsanı.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
intizar:
bekleme, gözleme.
istihraç:
bir şeyden bir şey çı-
karma, sonuç çıkarma, mana
çıkarma.
izhar:
açığa vurma, meydana
çıkarma, aşikâr etme.
kanaat:
görüş, fikir.
keramat-ı
Kur’âniye:
Kur’ân’ın ikramları.
kudsî:
mukaddes, kutlu, mu-