ve hücuma maruz talebelerin cereyanlar karşısında se-
bat, metanet ve ihlâsla hareketlerinde onlara yol göste-
recek, hizmet-i Kur’âniyenin inkişafında sühulete medar
olacak ikaz ve ihtarlara elbette ihtiyaç zaruridir, kat’îdir,
bedihîdir.
İşte Hazret-i Üstadın bu gibi şüphe götürmez hakikat-
lere ve meselelere isabetle parmak basıp dikkati çekme-
si, talebelerini ikazda bulunması, elbette bu hizmet-i kud-
siyenin ehemmiyeti iktizasındandır.
Hem bu lâhikaların bir kısmı ihtiyaca binaen yazılmış
ve yazdırılmış ihtarlar olması ve aynı ihtiyacın her zaman
tekerrürü melhuz bulunduğundan daima müracaat oluna-
cak hikmetleri ve düsturları muhtevidir. Nitekim yüzer va-
kıalar, hadiseler ve meselelerde bu ihtiyaç, kendini gös-
termiştir.
Nurların birinci talebesi Hulûsî Bey, Hazret-i Üstada
arz ettiği bir mektubunda, “Dünyayı unutmak isteseniz,
başka hiçbir sebep olmasa dahi, yalnız bu mübarek Söz-
lerle rabıta peyda eden insanların rica edecekleri izahatı
vermek isteyecek ve cevapsız bırakmayacaksınız. Allah
için sizi sevenlere ve sizden istizahta bulunanlara yazdığı-
nız pek kıymetli yazılarla meclis-i ilmînizde takrir
buyurduğunuz mütenevvi ve
Sözler’
e bile geçmeyen me-
sail, kat’iyetle gösteriyorlar ki, ihtiyaç da, hizmet de bit-
memiştir” demekte ve Nurların hizmetinde, ikaz, ihtar ve
irşadlara ihtiyaç bulunacağını ifade etmektedir ki, ondan
sonra zuhur eden ihtiyaca muvafık lâhikalar, o mübarek
zatın isabetli sözünü teyid etmiştir.
| 26 | BARLA LÂHİKASI
meclis-i ilmî:
ilim meclisi, top-
luluğu.
medar:
sebep, vesile.
melhuz:
hatıra gelen, düşünü-
lebilen, umulan, beklenen,
muhtemel olan.
mesail:
meseleler.
metanet:
metin olma, daya-
nıklılık; gayret.
mübarek:
çok saygı değer,
hürmete lâyık, muhterem.
muhtevî:
ihtiva eden, içine
alan, içinde bulunduran, kap-
sayan.
muvafık:
yerinde, uygun,
uyar, münasip.
müracaat:
her hangi bir eser-
den yararlanma.
mütenevvi:
aynı cinsten ol-
mayan, nev’ nev’, türlü türlü,
çeşitli, çeşit çeşit, cins cins,
muhtelif.
neşr:
kitap basma, çıkarma;
herkese duyurma, yayma.
peydâ:
meydanda, açıkta,
açık, aşikâr.
rabıta:
münasebet, alâka,
bağ.
sebat:
sabit durma, kararlılık.
sühulet:
kolaylık.
takrir:
iyi ifade etmek; yerleş-
tirme, sağlamlaştırma.
tekerrür:
tekrarlanma.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
teyit:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vakıa:
olay.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zuhur:
görünme, meydana
çıkma.
arz:
sunma.
bedihî:
delil ve ispata muhtaç ola-
mayacak derecede açık ve ortada
olan.
binaen:
den dolayı, -den ötürü, -
için, -dayanarak, yapılarak, bu se-
bepten.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya si-
yaset hareketi.
ders-i Kur’âniye:
Kur’ân dersi,
Kur’ân’a ait ders.
düstur:
kanun, kural, esas.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, doğru.
hikmet:
ibret dersi, göz ve fikir
açacak hâdise.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an hiz-
meti.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ihtar:
dikkatini çekme, tenbih,
uyarma, uyarı.
ikaz:
uyarı.
iktiza:
gerektirme, lüzumlu kılma.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma, gö-
rülme, açığa çıkma, meydana çık-
ma.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
istizah:
izahat isteme, bir işin açık
olarak bildirilmesini isteme, açık-
lama isteme.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kat’iyet:
kat’îlik, kesinlik.
lâhika:
ek, ilâve, zeyl, sonradan
ilâve edilen, eklenen.
maruz:
tesir altında.