Ankara’da kaldığı sırada, tabiatçılığı ve inkârcılığı ortadan kaldırmayı hedef alan, Hubab ve Zeylü’z-
Zeyil gibi eserlerini yayınladı. Sultan Reşad döneminde karar verildiği hâlde, savaş yüzünden inşası
sürdürülemeyen Medresetüzzehra’nın yeniden kurulması için Bediüzzaman’ın TBMM’den isteği de 163
mebusun imzasıyla kabul edilip kanun teklifi olarak sunulmuştur.
Bediüzzaman, bu çalışmaları sırasında, yeni rejimin önde gelenlerinin farklı bir yolda olduğunu ve
onlarla birlikte hareket etmenin mümkün olmadığını anladı. Kendisine Ankara’da kalma karşılığında
sunulan, Büyük Millet Meclisi Hükümetinin en yüksek dinî makamı olan Şark Umumî Vaizliği ve
milletvekilliği imkânlarını reddederek 1923 yılı Nisan’ının 17-21 günleri arasında Ankara’dan ayrılarak
İstanbul’a sonra da Van’a gitti.
Bir süre sonra Erek Dağı’nda, talebeleriyle ders yapmaya başladı. Bu arada Ankara’ya karşı tepkiler
artıyordu. Mektup yazarak ayaklanmada kendisinden destek isteyen Şeyh Said’i plânından
vazgeçirmeye çalıştı. Hamidiye paşalarından Kör Hüseyin Paşa’yı Şeyh Said’e destek kararından
vazgeçirtti. Yatıştırıcı bir rol oynamasına rağmen, Şeyh Said Hâdisesi sonrası, Doğudaki diğer nüfuzlu
kimseler gibi, o da Burdur’da zorunlu ikamete gönderildi.
1926 yılının Mayıs ayı ortalarında getirildiği Burdur’da Nurun İlk Kapısı adı ile kitaplaştırdığı iman
hakikatlerini anlatmaya başladı. Daha önce Arabca olarak yazdığı Şemme ve Şule risalelerinin ek
parçalarını kaleme aldı. 1927 başlarında, yine hükümetin emriyle önce Isparta’ya sonra da ücra bir köy
olan Barla’ya nakledildi.
Öldükten sonra dirilişi ispatlayan Haşir Risalesi, Kur’ân-ı Kerîm’i esas alan ve insanların imanlarını
kurtarmalarına vesile olan Sözler ve Mektubat tamamen, Lem’alar ise 26. Lem’aya kadar, Barla’da
yazıldı.
Bu sırada Ankara’da, yeni yönetim dinden uzak dünyevî bir temel üzerine oturtulmaya çalışılıyordu.
1928 yılında gerçekleşen harf inkılâbı ile, Arab harfleriyle kitap yayınlamak yasaklanınca, risaleler el
yazısıyla yüz binlerce yazılarak çoğaltılmaya başlandı.
Sekiz yıllık Barla hayatından sonra Bediüzzaman 1934 yılının yaz aylarında Isparta’nın merkezine
getirildi. 20 Nisan 1935’de savcının talimatıyla evi aranan Said Nursî’nin kitaplarına el konuldu. Bediüz-
zaman’la birlikte Isparta ve havalisinden 120 Nur Talebesi, tutuklanarak askerî araçlarla Eskişehir Hapis-
hanesine gönderildi.
Bediüzzaman, Eskişehir Hapishanesinde Yirmi Yedinci, Yirmi Sekizinci, Yirmi Dokuzuncu ve Otuzuncu
Lem’alar ile Birinci ve İkinci Şua risalelerini yazarak Risale-i Nur’un telifine devam etti. Eskişehir Ağır
Ceza Mahkemesi, 19 Ağustos 1935 tarihinde verdiği kararla, Said Nursî’ye, hukukî bir suç isnat
edilememesine rağmen, Tesettür Risalesi bahanesiyle, ancak “kanaat-i vicdaniye”ye dayanarak, 11 ay
hapisle birlikte Kastamonu’da “mecburî ikamet” cezası verdi. On beş talebesini ise altışar ay hapis ile
cezalandırdı.
Tahliye edildiğinde serbest bırakılmayarak, polis gözetimi altında mecburî ikamet için Kastamonu’ya
gönderildi. Üçüncü Şua olan Münacat risalesi, Dördüncü Şua olan Hasbiye Risalesi, Altıncı Şua ve Yedinci
Şua olan Ayetü’l-Kübra risaleleri burada yazıldı.
Bediüzzaman, 20 Eylül 1943’de Isparta Savcısından gelen talimat üzerine yeniden tutuklanıp, 3 Ekim
1943 tarihinde Isparta’ya gönderildi. Önce askerî konvoy eşliğinde kara yoluyla Çankırı üzerinden
Ankara’ya, sonra Isparta’ya getirildi. Risale-i Nur ile ilgili davaların birleştirilmesi kararı alındığı için,
Isparta, Kastamonu ve Denizli’deki Nur Talebeleriyle beraber 25 Ekim 1943’te Denizli’ye sevk edildi.
Tecrit altında başlayan Denizli hapsinde On Birinci Şua, On İkinci ve On Üçüncü Şuaları yazdı. 15
Haziran 1944 günü Denizli Ağır Ceza Mahkemesinden beraat ve tahliye kararı çıkmasına rağmen serbest
bırakılmadı. Bakanlar Kurulu kararıyla Emirdağ’da zorunlu ikamete tâbi tutuldu. Burada, camie
gitmesine bile müsaade edilmeyecek kadar ağır takip ve tarassuda uğruyordu. Bediüzzaman, hayatı
boyunca yirmi üç defa denenecek zehirleme teşebbüslerinin ilk üçünü Emirdağ’da yaşadı.
BARLA LÂHİKASI | 21 |
B
İYOGRAFİ