Meşrutiyetin İslâmiyet’e olan uygunluğunu ve ülke için gerekliliğini içeren kapsamlı bir savunmanın
sonunda beraat etti. Serbest bırakıldıktan sonra İstanbul’dan ayrıldı. Bu müdafaası, İki Mekteb-i
Musibetin Şahadetnamesi Yahut Divan-ı Harb-i Örfî adıyla 1909 ve 1910’da neşredildi.
1910 yılı baharında İstanbul’dan ayrılıp Van’a gelen Bediüzzaman, birkaç ay Horhor Medresesinin
yeniden düzenlenmesi işiyle meşgul oldu. Hakkâri, Bitlis, Muş, Diyarbakır ve Urfa yörelerindeki aşiretleri
ziyaret etti. Meşrutiyeti, hürriyeti, anayasayı ve bunların İslâmî temellerini, meşrutiyetin nimetlerinden
faydalanmaları için gayret göstermelerinin gerekliliğini anlattı. Daha sonra bu görüşmelerin ve
açıklamaların özetini Münazarat adı altında yayınladı.
Kış mevsiminin girmesiyle Şam’a giden Said Nursî, âlimlerin daveti üzerine Emeviye Camii’nde,
sonradan Hutbe-i Şamiye adı ile neşredilen, İslâm dünyasının siyasî, ekonomik ve sosyal sorunları ve
çözüm yollarını anlattığı bir hutbe okudu.
Üniversite projesini iletmek amacıyla İstanbul’a dönen Bediüzzaman, Sultan Reşad’a, Rumeli
seyahatinde Doğu Vilâyetlerini temsilen, eşlik etti. Daha sonra, Balkan Savaşının başlamasıyla inşası
durdurulan Kosova Üniversitesi için ayrılan tahsisatın aktarılması ile birlikte Bediüzzaman’ın “Doğuda
bir üniversite kurulması” teklifi, hükümetçe kabul edildi. Üniversitenin temeli, 1913 yılında atıldıysa
da, Birinci Dünya Savaşının başlaması bu projenin de ertelenmesine sebep oldu.
Birinci Dünya Savaşının başlamasıyla birlikte Doğu İllerimizin Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine,
talebeleriyle beraber Doğu Milis Teşkilâtını kurdu ve Van-Bitlis Cephesinde gönüllü alay komutanı
olarak Ermenilere ve Ruslara karşı savaştı. Bitlis savunması sırasında Ruslara esir düşünce, Van, Culfa,
Tiflis üzerinden önce Kologrif, sonra Kosturma’ya sevk edildi. Şubat 1917’de başlayan Rus İhtilâli
sırasında firar ederek, Kosturma, Petersburg, Varşova, Viyana, Sofya üzerinden 18 Haziran 1918’de
İstanbul’a ulaştı.
Gelişi büyük bir ilgiyle karşılanan Bediüzzaman, Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın teklifi üzerine,
İstanbul’da kurulma aşamasında olan Dârülhikmeti’l-İslâmiyeye üye tayin edildi. Şeyhülislâm Mûsa
Kâzım Efendi’nin teklifi ile de, Sultan Vahdeddin tarafından kendisine ilmiyede “Mahreç” payesi verildi.
“Mahreç Mevleviyeti” olarak da anılan bu paye, Osmanlı ülkesindeki bütün resmî ulemanın reisi olan
“Başmüderris”ten sonraki ilmî rütbe anlamına geliyordu.
Çamlıca’da, Yusuf İzzettin Paşa Köşkü’nde kalan Bediüzzaman, Kur’ân’ın mu’cizeliğini çağın insanına
göstermek için yazdıklarını neşretmeye başladı.
İman rükünlerinin ispatına dair Nokta, çeşitli ayet ve hadisleri tefsir eden Sünuhat, Peygamber
Efendimiz Hz. Muhammed’in (
ASM
) peygamberliğini ispat eden Şuaat, Kur’ân’ın mu’cizeliğini anlatan
Rumuz, sosyal konularda Tulûat, tevhidin ispatı hakkında Katre, özlü sözleri içine alan Hakikat Çekir-
dekleri, ahlâk ve ubudiyet derslerini ihtiva eden Habbe, Zerre ve Şemme adlı risalelerini yazdı ve ya-
yınladı.
Bu sırada Birinci Dünya Şavaşı da bitmiş ve İngilizler payitahtı işgal etmekle kalmamış, Türkiye’de
kendi politikalarını destekleyecek bir kamuoyu da oluşturmaya başlamışlardı. Kamuoyunda ciddî
kuvvet kazanan İngiliz taraftarlığı, etkisini, Bediüzzaman’ın Hutuvat-ı Sitte adlı eserini İstanbul’un önemli
yerlerinde dağıtmasıyla, kaybetti.
Anadolu’da başlayan İstiklâl Savaşının ve Kuva-i Milliyenin aleyhine, İngilizlerin etkisinde kalan bazı
çevrelerin baskısıyla çıkarılan Şeyhülislâm fetvasına karşı bir fetva yayınladı. Yazı ve makalelerinde
İstiklâl Savaşını “cihad,” Kuva-i Milliyecileri de “mücahit” ilân ederek istiklâl mücadelesini destekledi.
Büyük Millet Meclisi Hükümeti de, Bediüzzaman’ı yakından takip ettiğinden, ısrarla Ankara’ya davet
etti.
7 Kasım 1922’de Ankara’ya gelen Bediüzzaman 9 Kasım 1922’de Büyük Millet Meclisinde düzenlenen
resmî “hoş geldin” merasimiyle karşılandı. Bir yandan meclis çalışmalarına katılıyor, bir yandan da
milletvekilleriyle önemli konuları tartışıyordu. Yeni kurulan devletin yapılanmasına katkıda bulunmak
için hem M. Kemal’e mektup yazıyor (23 Kasım 1922), hem de milletvekillerine on maddelik bir
beyanname hazırlayarak dağıtıyordu (19 Ocak 1923). Bu faaliyetleri bazı çevreleri oldukça rahatsız
ettiğinden, Büyük Millet Meclisi başkanı Mustafa Kemal Paşa ile aralarında ciddî bir tartışmaya yol açtı
(25 Kasım 1922). Mustafa Kemal özür dileyip tartışmayı daha fazla uzatmasa da, bu olay Bediüzzaman
ve yeni rejimin kurucuları arasındaki görüş farklılıklarının ilk işareti oldu.
B
İYOGRAFİ
| 20 | BARLA LÂHİKASI