satır, nihayet bir satıra kâfi gelebildi. Bu da Hatib-i Bağ-
dadî’nin
(1)
m
án
æ°n
S n
?r
dn
G n
Ú°/
ùr
ªn
N o
?o
QGn
ór
?p
e m
?r
ƒn
j ?/
a
sırrındaki
(HAŞİYE)
tefekküründen mütehassıl vakıayı andırır bir te’kid-i
i’caz-ı Nebevîdir, dedim.
Sabri
ì®í
Œ
38
œ
Evvelce takdim kılınan arîzalarımdaki tabirat ve elfaz-ı
tazîmiyem niçin hak olmasın? Zira şu kıymettar ve
ehemmiyet-i namütenahiyeyi ihtiva ve âleme berk-i hatıf
gibi satvet-i maneviye ve hakikîyesini emsali gibi ilâm ve
ilân eden Yirmi Altıncı Mektub-i mergubu yirmi günden
beri muhtelif derecatta müntesibîn-i ilmiye mütalâa ettik-
leri hâlde, bugün tashihine lüzum görülen ve alettadat
yirmi sekiz noktada tadil ve ilâve buyurulan nukat-ı mü-
himme, kelimat ve tabirat-ı aliyeyi zaid veya noksan di-
yebilecek bir kimse çıkmasın ve çıkmıyor.
Evet, şu asrın eşhas-ı muzırrasına karşı ilân etmiş
olduğu cihad-ı maneviyede müşahede edilen muvaffaki-
yet-i fevkalâdenin o güruh-i hazele ve rezeleyi iskât ve il-
zam ettiğini zerre kadar insafı ve iz’anı ve insaniyette haz-
zı olanın ikrar ve itiraf ve tasdik etmesi vecibeden olduğu
vareste-i rayb ve zünûndur.
Sabri
ì®í
HAŞİYE:
O tefekkürde bir günlük işi bir dakikada yapmış.
âlem:
dünya, cihan.
alettadat:
sayarak, sırayla.
âliye:
yüksek, yüce.
arîza:
isteklerini arz etme, dile
getirme, alttan üste takdim edi-
len yazı veya mektup.
berk-i hatif:
göz kamaştıran şim-
şek.
cihad-ı manevî:
manevî cihat,
ilim, fikir, dua gibi manevî unsur-
larla din düşmanlarına karşı koy-
mak.
ehemmiyet-i namütenahi:
Son-
suz derecede ehemmiyetli.
elfaz-ı tazimiye:
övgü, saygı içe-
ren sözler.
eşhas-ı muzırra:
zararlı şahıslar.
fevkalâde:
alışılmıştan farklı, ola-
ğanüstü, normalin üstünde.
güruh-i hazele:
aşağılık, aşağılık
kimseler.
haz:
nasip, hisse, pay.
i’lâm:
bildirme, bildirilme, anlat-
ma, haberdar etme.
icaz:
mu’cize.
ihtiva:
içine alma, içinde bulun-
durma.
ikrar:
tasdik ve kabul etme, doğ-
rulama.
ilzam:
susturma, cevap veremez
hâle getirme.
iskât:
sukut ettirme, susturma.
iz’an:
akıl, zekâ, anlayış, kavrayış.
kâfi:
yeter, yetecek; elveren, ye-
tişen.
kelimat:
kelimeler, sözler, lâkırdı-
lar.
kıymettar:
kıymetli, değerli, pa-
halı.
mergup:
rağbet edilmiş, beğenil-
miş, çok kıymet verilen, çokları
tarafından istenen, talep edilen,
istenilen, beğenen.
muhtelif:
ihtilâf eden, aynı çeşit-
ten olmayan, birbirine uymayan,
zıt, karşıt.
muvaffak:
başaran, başarmış,
başarılı.
muzırra:
zararlı, zarar veren, za-
rara sebep olan, zararı dokunan.
müntesibîn-i ilmiye:
ilme bağlı
âlimler sınıfı.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyrederek anlama, seyretme.
mütalâa:
bir işi etraflıca düşün-
mek, okumak, tetkik etmek.
mütehassıl:
hâsıl olan, vücut bu-
lan, meydana gelen, oluşan, üre-
yen.
Nebevî:
Peygamberle ilgili,
Peygambere ait.
nihayet:
en sonunda.
nukat-ı mühimme:
ehemmi-
yetli, önemli noktalar, önemli
hususlar.
rezil:
alçak, bayağı, soysuz,
hayasız, utanmaz, ahlâksız,
adî, aşağılık.
satvet-i manevî:
manevî,
güç, moral gücü.
tabirat:
tabirler, ifadeler, te-
rimler, deyimler.
tadil:
değişiklik yapma, değiş-
tirme.
takdim:
arz etme, sunma.
tashih:
düzeltme, daha iyi ve
daha doğru hale getirme,
yanlışını giderme.
te’kid-i i’caz-ı nebevî:
Hz.
Peygamberin mu’cizelerini
pekiştiren.
tefekkür:
bir mesele hakkın-
da zihni faaliyet gösterme,
düşünme, fikir üretme, zihni
yorma.
vakıa:
vuku bulan, olan, ge-
çen şey; olmuş bir iş.
vareste-i rayb:
şüpheden
uzak.
vecibe:
boyun borcu.
zait:
lüzumsuz, gereksiz, faz-
la.
zerre:
pek ufak parça, en kü-
çük parça, çok küçük parça.
zunun:
zanlar, sanılar.
1.
Elli bin sene uzunluğunda bir gün olan kıyamet gününde... (Mearic Suresi: 4.)
| 86 | BARLA LÂHİKASI