karin bulunduğu nevvar ve ziyadar
Sözler
’in nur ve ziya-
larından müstefit ve ziyadar ola.
Sabri
ì®í
Œ
48
œ
[Şu fıkra Hulûsî’nindir.]
Esasen siyaset anlamadığım bir iş, şunun bunun ama-
line hizmet, menfurum. Zilletle yaşamak, tahammül ede-
mediğim hâllerdir. Felillâhilhamd, Allah’ımız bir, peygam-
berimiz bir, kitabımız bir, dinimiz bir... ilâahir: Bu bir
birler, bize yekdiğerimizi Allah için sevmek kaydını
sağlamlaştırmakla beraber, ruhî, kalbî, ebedî, lâyemut bir
birlik temin etmektedir. Hamd ve şükürler olsun, mü’mi-
niz. Hayatta tesadüf edeceğimiz binlerle musibet ve acı-
lara
(1)
p
Qn
ón
µ`r
dG n
øp
e n
øp
en
G p
Qn
ón
?r
dÉp
H n
øn
e'
G r
øn
e
gibi çok müessir deva-
mız var. Yine idrak ediyoruz ki, burada vazifeleri nihayet
bulanlar için, ebedî mev’ud bir hayat başlıyor. Biz de bu
yolun yolcusu, bu hanın misafiri, bu fabrikanın muvakkat
bir amelesi olduğumuz için, er geç o kafileye iltihak
edeceğiz.
Kısa, müz’iç, dağdağalı, elemli, hüzünlü, firaklı ve an-
cak o sermedî hayatın mezraası olan bu fânî ve kararsız
âlemde başlayan garazsız, ivazsız, pürüzsüz ve kimsenin
arzusuna tâbi olmadan, sırf hasbî ve ciddî, halis ve muh-
lis arkadaşlığımızın meyvesini ve her türlü saadeti cami
hayatta idrak edeceğiz.
âlem:
dünya, cihan.
âmâl:
emeller, arzular, istekler,
ummalar, ümitler.
amele:
işçi, ırgat.
arzu:
bir şeye karşı duyulan istek,
heves.
beraber:
birlikte bulunan, bir ara-
da.
cami:
cem eden, toplayan, içine
alan.
ciddî:
gerçek, hakikat.
dağdağa:
gürültü, patırtı, beyhu-
de telâş ve ızdırap.
deva:
ilâç, çare, tedbir.
ebedî:
ebede mensup, zevalsiz,
sonu olmayan, sürekli, hiç son
bulmayacak şekilde süren.
elem:
dert, üzüntü, kaygı, tasa.
esasen:
doğrusu, gerçeği.
fânî:
muvakkat, geçici.
Felillâhilhamd:
Allah’adır, hamd,
şükür ve övgü ancak onadır.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
firak:
ayrılık, ayrılma, hicran.
garaz:
kötü kasıt, düşmanca ni-
yet, kin.
halis:
gerçek.
han:
yolcuların misafir olduğu bi-
na, kervansaray, eski tarz otel.
hasbî:
karşılıksız, Allah rızası için,
gönülden, isteyerek.
hizmet:
bu şekilde yapılan iş, va-
zife, memuriyet.
idrak:
anlayış, akıl erdirme, anla-
ma, kavrama kabiliyeti.
idrak:
erişme, yetişme, ulaşma,
varma.
ilâahir:
sonuna kadar.
iltihak:
karışma, katılma, eklen-
me, sonradan girme.
ivaz:
bir şeye bedel olarak veri-
len veya alınan şey, karşılık, be-
del.
kafile:
aynı yöne giden taşıt veya
yolcu topluluğu.
kalbî:
kalbe mensup, kalble ilgili,
kalbe ait.
karar:
değişmeyen düzenli du-
rum, istikrar.
karin:
yakın.
lâyemut:
ölmez, mahvolmaz, ha-
yatı sona ermez, sonu olmayan,
ölümsüz.
menfur:
kendisinden nefret edi-
len, sevilmeyen, iğrenç.
mev’ûd:
vaad edilmiş, söz veril-
miş.
mezraa:
ziraat yapılacak yer, tar-
la, ekilecek yer.
muhlis:
ihlâslı, samimî, dostluğu
halis, her hâli içten ve gönülden
olan.
musibet:
felâket, belâ, ansızın
gelen belâ, dert, sıkıntı.
muvakkat:
belirli bir zamana
mahsus, vakitli, süresiz, geçici.
mü’min:
iman eden, inanan.
müessir:
tesirli.
müstefit:
istifade eden, fay-
dalanan, kazanan.
müz’iç:
usanç veren, bunal-
tan, tedirgin eden, sıkan, ra-
hatsız eden.
nevvar:
çok nurlu, çok par-
lak; nurlu, aydın, parlak.
nihayet:
son, uç, bitim, en-
cam.
ruhî:
ruha ait, ruhla ilgili.
saadet:
mutluluk, kutluluk,
bahtiyarlık, mes’ut olma.
sermedî:
ebedî, sürekli, dai-
mî, ölümsüz.
sırf:
sade, katıksız.
siyaset:
politika.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden, itaatte bulunan, bağla-
nan.
tahammül:
kötü, güç durum-
lara karşı koyabilme gücü,
kaldırma.
tesadüf:
rastgelme, rastlantı;
önceden bilinmeyeni, hesap-
lanmayan karşılaşma.
yekdiğer:
birbirini, bir taraf,
öbür tarafı, birbirine.
Zillet:
alçalma, küçülme, düş-
me.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, par-
laklık.
ziyadar:
ziyalı, ışıklı, parlak,
aydınlık.
1.
Kadere iman eden, kederden (üzüntü) kurtulur. (Ramûzü'l-Ehadis, 1:193.)
| 92 | BARLA LÂHİKASI