Barla Lâhikası - page 96

zevk-i manevî hissederek hiç elinden bırakmak istemiyor.
Bu sebeple bir defa okumak kâfi değil. Hepsi yanında bu-
lunup daima okumalıdır.
Re’fet
ì®í
Œ
52
œ
[Şu fıkra dahi Sabri Efendi’nin mektubundandır.]
Üstadım Efendim!
Şu kıymetli elmaslar Cenab-ı Haktan Habib-i Zîşanına
gönderilen Şecere-i Tuba’nın namütenahi semereleri ol-
duğunu ve bunların emsali gibi bînazir mücevheratın ih-
raç ve teşhiri zamanını bulup sergi-i Rabbaniye ve Mu-
hammediyeye vaz’ eden zat-ı Üstadânelerine şu dakikada
kasır aklım ve istidatsız lisanımla şöyle dualar ediyorum:
p
Qƒ t
ædG p
án
dÉn
°Sp
ôp
H l
?ƒo
°Sr
ƒn
e n
ƒo
g …/
òs
dG Én
à`r
µ n
«r
dG u
Q t
ódG Gn
ò'
g p
? u
dn
D
ƒo
e r
ßn
Ør
MG s
ºo
¡
s
?dn
G
p
?p
FÉn
?n
ër
dÉp
H o
Aƒo
?r
ªn
e n
ƒo
g…/
òs
dn
G @(
(1)
…/
ôr
Ñ°n
U n
Ör
?n
bn
h) o
¬n
Ñr
?n
b p
§r
Yn
Gn
h
(2)
n
Ú/
e'
G p
Qho
ô° t
ùdGn
h p
êÉn
¡p
àr
Hp
’r
Gn
h
Sabri
ì®í
Œ
53
œ
[Hulûsî Bey’in fıkrasıdır.]
Maddeten uzak düşen bu bîçare talebinizi yakından
temsil eden Hafız Sabri Efendi’yle diğer zevatın Nurlar
hakkındaki ihtisasları çok kıymetli ve yüksek ve lâyıklı bir
surette ifade edilmiştir. Bir mektubunuzda Muallim
akıl:
idrak, bilip anlama, fehim,
kavrayış, zekâ.
bîçare:
çaresiz, zavallı, şaşkın.
bînazir:
benzersiz.
daima:
her vakit, sürekli, her za-
man.
defa:
kere, kez, yol.
elmas:
çok kıymetli bir mücev-
her.
emsal:
eş, benzer.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
Habib-i Zîşan:
şanlı habip, Al-
lah’ın sevdiği kulu, Hz. Muham-
med.
ifade:
anlatma, anlatım, anlatış.
ihtisas:
bilgi, hüner, marifet.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kâfÎ:
yeter, yetecek; elveren, ye-
tişen.
kasır:
eksik, kusurlu.
kıymet:
değer, bir şey için tespit
edilen karşılık, paha, bedel, tutar.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
lisan:
konuşma dili.
maddeten:
maddî olarak.
muallim:
ders veren, öğreten, ta-
lim eden, hoca, öğretici, öğret-
men.
mücevherat:
mücevherler, el-
mas, yakut, zümrüt v.b. süs
taşlarıyla süslenmiş ziynet
eşyaları.
namütenahi:
uçsuz bucaksız,
sonu olmayan, sonsuz, bit-
mez tükenmez.
semere:
meyve, yemiş.
sergi-i Rabbanî:
Allah’ın ya-
rattığı güzel eserlerini göste-
ren, tanıtan, sergi.
suret:
şekil, biçim.
şecere-i tuba:
Cennetteki Tu-
ba ağacı.
talebe:
öğrenci.
temsil:
benzetme.
teşhir:
ilân etme, herkese du-
yurma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
vaz:
bildirme, gösterme.
zat:
sayılan, muteber kişi.
zat-ı üstadâne:
üstün özellik
sahibi olan, değerli öğretici,
üstad.
zevat:
zatlar, şahıslar, kimse-
ler.
zevk-i manevî:
manevî zevk
içe ait lezzet.
1.
Müellif-i muhteremin duaya ilâvesidir. (Naşir)
2.
Allah’ım! Risaletü’n-Nur denilen şu emsalsiz incinin müellifini muhafaza eyle. Onun (ve
Sabri’nin) kalbini sevinç, neşe ve hakikatlerle doldur.
| 96 | BARLA LÂHİKASI
1...,86,87,88,89,90,91,92,93,94,95 97,98,99,100,101,102,103,104,105,106,...720
Powered by FlippingBook