Œ
59
œ
[Bir Nur Talebesinin fıkrasıdır.]
Bugün o yüksek kitabın ikmaline muvaffak oldum. Mi-
racını ikmal ve mütalâasından mütevellit sürur ve saade-
timi tariften kalemim duçar-ı acz oluyor. Mütalâadan do-
ğan duygularımı hülâsaten ve bir cümle ile arz edeceğim:
Miracın mütalâasında hayatın felâket girdaplarını ve
saadet-i ebediyeye giden manevî deryanın selâmet yolla-
rını gösteren kalb dolusu bir nur ve ziya buldum. Evet,
her temsilâtta ispat edilen pek çok hakikatler ve bugün
tahatturu ve tahayyülü bile ruhumuzu doldurup taşırma-
ya kâfi gelen Asr-ı Saadet ve harikalar devri gözümün
önünde hayatlandı, fikirden fikre, hayretten hayrete düş-
tüm. Miraç kitabı, felsefe düşkünü muterizlerin felsefesi-
ni her zaman için iflâs ve sukut ettirmek kuvvetine malik
bir eserdir. Miraç kitabı başlı başına asıllardaki hakikatle-
ri i’zam edilmeden ve bîtarafâne bir tefekkürün bile göre-
ceği ve kabul edeceği bir nazarla ispat eden ve kapalı kal-
mış noktaları ehl-i imana makul ve mantıkî fikirlerle izhar
eden bir kitab-ı tarihtir. Gaflete dalmış ve dalâletin
mağlûbu ve bir tutam aklıyla kendisine bir mümtaz mev-
ki vermek isteyen feylesof, Miraç gibi bir şaheser karşı-
sında apoletleri sökülmüş, bütün şöhret ve namı sukuta
mahkûm bir kral vaziyetine düşer. O kral ise daimî bir
ye’se mahkûmdur. Hâlbuki bunca hakikatler karşısında
felsefe zincirleri ve muteriz efkârı birer birer kırılan,
apolet:
askerî üniformaların
omuz kısmına takılan ve rütbeyi
belirten yün, ipek veya sırma
parça.
arz:
söyleme, ifade etme.
Asr-ı Saadet:
saadet, mutluluk
asrı; Peygamberimiz (a.s.m) ve
Dört Halifenin yaşadığı devire ve-
rilen ad.
bîtarafâne:
tarafsızca, herhangi
bir tarafı, kimseyi ve yanı tut-
maksızın.
cümle:
duygu, düşünce veya fiil
ifade eden söz veya söz toplulu-
ğu.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak, doğru yoldan ay-
rılma, azma, batıla yönelme.
derya:
deniz, bahr.
duçar-ı acz:
acze düşme, acze
düşmüş.
ebediye:
ebede mensup, zeval-
siz, sonu olmayan, sürekli, hiç son
bulmayacak şekilde süren.
efkâr:
düşünceler, fikirler, görüş-
ler.
ehl-i iman:
inananlar, iman sa-
hipleri, İslâm dinini kabul edenler.
felâket:
musibet, çok zarar, sıkın-
tı doğuran durum.
felsefe:
hikmet bilgisi.
feylesof:
felsefe ile uğraşan, filo-
zof.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fikir:
rey, görüş, mülâhaza, kana-
at.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp nefsi-
nin arzularına dalmak.
girdap:
tehlikeli yer, tehlikeli şey
ve zaman.
hakikat:
gerçek, hayalî olmayan,
görülen, mevcut olan, bir şeyin
aslı ve esası.
hülâsa:
kısaca, sözün kısası.
i’zam:
büyütme, büyültme, bü-
yük görme, aşırı büyütme, müba-
lağa.
iflâs:
bir işte kesin başarısızlık.
ikmal:
tamamlama, bitirme, ek-
sik, ve noksan bırakmama.
izhar:
gösterme, belirtme.
kitab-ı tarih:
tarih kitabı.
mağlup:
yenilmiş, kendisine galip
gelinmiş, yenilen kimse.
mahkûm:
mecbur.
makul:
akla yakın, akla uygun,
aklın kabul edeceği.
malik:
sahip.
manevî:
fikrî, hissî.
mantıkî:
akla uygun, mantık ka-
idelerine uygun, mantıklı.
mevki:
makam, memuriyet.
miraç:
Risale-i Nurda bir konu.
muteriz:
itiraz eden, karşı çıkan,
itirazcı.
muvaffak:
beceren, neticeye
varan, sonuç alan.
mümtaz:
ayrıcalıklı, üstün tu-
tulmuş, imtiyazlı.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
mütevellit:
meydana gelmiş,
ileri gelmiş, hasıl olmuş.
nam:
ün, şöhret, şan.
nazar:
göz atma, bakma, ba-
kış.
saadet:
mutluluk, kutluluk,
bahtiyarlık, mes’ut olma.
saadet-i ebediye:
zevalsiz,
sonu olmayan mutluluk, son-
suz mutluluk.
selâmet:
kurtulma, selâmete
çıkma.
sükût:
düşme, düşüş, aşağı
inme.
sürur:
sevinç.
şaheser:
üstün eser, çok üs-
tün değerde ve güzellikteki
eser.
şöhret:
ad, san.
tahattur:
hatırlama, hatıra
getirme.
tahayyül:
hayale getirme,
hayalinde canlandırma, zihin-
de canlandırma, tasavvur et-
me.
tarif:
etrafıyla anlatma, anla-
tılma, etrafıyla bildirme, bildi-
rilme.
tefekkür:
mantık kaidelerine
uygun bir şekilde düşünme,
fikir geliştirme.
temsilât:
temsiller, örnekler.
vaziyet:
bir şeyin bulunduğu
yerdeki duruşu, durum, du-
ruş.
ye’s:
ümitsizlik.
ziya:
ışık, aydınlık, nur, par-
laklık.
| 104 | BARLA LÂHİKASI
