Dördüncü Hususî Mesele:
Eski Said lisanıyla da ol-
sa ne kadar muvafık istimal-i silâh ediyorsunuz, bârekâl-
lah! Manevî taşlarınız
(1)
»'
en
Q %G s
øp
µ`'
dn
h n
âr
«n
en
Q r
Pp
G n
âr
«n
en
Q Én
en
h
ayet-i kerîmesinde işaret buyurulduğu üzere hedeflerini
bulduğuna kaniim. Allah böylelerinin şerlerini kudret kılıcı
ile kessin. Böylesi hain ve zalimleri Kahhar ismine tevdi
ederiz. Hizmette füturum yok, fakat mânilerin haddüpa-
yanı yok. Fakat dünyayı sırtıma yükleseler, her tarafımı
ateşle sarsalar, bu ulvî düşünceme mâni olmuyor. Amma
buna gönül razı değil, çok şeyler arzu ediyor. Ne çare,
nefis ve cin ve ins şeytanları müthiş topuzlarla karşıma
dikildiklerinden, ister istemez mücadeleye mecburum, ha-
kikî hizmetten geri kalıyorum. Buna ne kadar müteessif
olsam azdır.
(2)
n
Ú/
ªn
dÉn
©r
dG u
Ün
Q !o
ór
ªn
ër
dG p
¿n
G r
ºo
¡j'
ƒr
Yn
O o
ôp
N
n
Gn
h
Hulûsî
ì®í
Œ
64
œ
Altı sene bana kemal-i sadâkatle hasbî olarak hizmet
eden ve harika olarak benim gibi bir asabî adamı hiç
bir vakit gücendirmeyen ve müsvedde kâtipliğini
daima yapan Süleyman Efendi’nin fıkrasıdır.
Efendim Hazretleri!
Evvelâ mübarek ellerinizi öper, mukaddes dualarınızı
beklerim. Fakir hademeniz ve talebeniz ve kardeşiniz
BARLA LÂHİKASI | 113 |
yen.
kâtip:
yazan, yazıcı.
kemal-i sadakat:
sadakatın son
derecesi, tam bağlılık, kusursuz
sadakat.
kudret:
Allah’ın bütün varlığı çev-
releyen ezelî kuvveti.
lisan:
konuşma dili.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mâni:
engel, özür.
mâni:
engel.
mesele:
konu.
mukaddes:
takdis edilmiş, kutsal,
aziz, temiz.
muvafık:
yerinde, uygun, uyar,
münasip.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mücadele:
çalışma.
müsvedde:
temize çekilecek ya-
zı.
müteessif:
teessüf eden, esefle-
nen, kederlenen, mahzun, keder-
li.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan.
şer:
kötülük.
talebe:
öğrenci.
tevdi:
havale, başkasına bırakma.
topuz:
baş tarafı top şeklinde,
saplı eski bir savaş aleti.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî, ruha-
nî.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
amma:
ama, lâkin, ancak.
asabî:
sinirli, öfkeli.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın aye-
ti; azamet ve şerefi olan ayet.
barekallah:
Allah mübarek
etsin, hayırlı ve bereketli ol-
sun.
cin:
gözle görünmez, lâtif ci-
simlerden ibaret bir yaratık.
evvelâ:
öncelikle.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fütur:
zayıflık, gevşeklik,
usanç.
haddüpayan:
sınır ve ölçü.
hademe:
hizmetçi.
hain:
hıyanet eden, arkadan
vuran.
hârika:
olağanüstü.
hasbî:
karşılıksız, Allah rızası
için, gönülden, isteyerek.
husus:
haslık, has olma hâli,
hususîyet; bakım.
ins:
insan, beşer, Âdemoğlu.
istimal-i silâh:
silâh kullan-
ma.
Kahhar:
kahreden, kudret ve
kuvvet sahibi, Allah.
kani:
kanaat eden, kendinde
olan helâla razı olup, başkası-
nın hiç bir şeyine göz dikme-
1.
Attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı. (Enfal Suresi: 17.)
2.
Onların duaları şöyle son bulur: “Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet,
âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Yunus Suresi: 10.)