Barla Lâhikası - page 122

görüyorum. Çünkü enaniyet ve nefsaniyetin şiddetle
hükümferma olduğu şu asırda, hepsinin derece-i ihtiyaç
ve iştiyakı bir, kâffesinin ahlâk ve etvarı bir, umumunun
tarz-ı telâkkisi bir ve yekdiğerine karşı
ahun lieb ve ümm
den (kardeş, baba ve anadan) daha kavi bir rabıta-i haki-
kîye ile merbut, samimiyet ve hakikatperverlikte, âdeta
yekdiğerine müsabaka eder derecede ciddî ve halis, kar-
deşlikte takip ettikleri hat ve hareket bir, ve daha pek zi-
yade birbirine benzeyen Tullâb-ı Nuraniyenin bu harika
hâllerini de ayrıca bir tevafukat-ı gaybiye sırasında görü-
yorum. Zira, İstanbul’dan İzmir’den, Aydın’dan, Kütah-
ya’dan, Isparta’dan, Eğirdir’den, ilh. muhtelif beldelerden
seçilip, her sınıfta mukayyet bulunan talebelerin aynı has-
saları haiz olmaları, calib-i nazar-ı dikkat olsa gerektir,
zannederim Efendim Hazretleri.
Sabri
ì®í
Œ
70
œ
[Sabri’nin fıkrasıdır.]
Lütufkâr ve İneyatkâr Üstadım EfendimHaz-
retleri!
Ramazan-ı şerifin onuncu cumartesi günü, saat on bir
buçukta, her bir nüktesi namütenahi hikmet ve hakikat
müjdelerini havi ve mübeşşir, dokuz nükteli ramazaniye-
yi aldım. Ruhumun fevkalâde muhtaç ve müştak bulun-
duğu ve nazirsiz eser-i pürnuru, o gece kemal-i fahir ve
sürurla yazdım. Ve aslını yine Nisli Hafız Mahmut Efen-
di’ye teslim ettim. Hakkı Efendi’ye götürdü. Ertesi sabah
âdeta:
sanki.
ahun lieb ve ümm:
ana-baba bir
kardeşler.
asır:
yüzyıl, asır.
belde:
şehir, kasaba, memleket,
kent.
calib-i nazar-ı dikkat:
dikkatli
bakma nedeni.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
derece-i ihtiyaç:
ihtiyaç nispeti,
ihtiyaç derecesi.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
eser-i pürnur:
çok nurlu eser
parlak kitap.
etvar:
hâl ve hareketler, işler,
tarzlar, tavırlar.
fevkalâde:
alışılmıştan farklı, ola-
ğanüstü, normalin üstünde.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
haiz:
bir şeye sahip olma, sahip,
mâlik.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikatperver:
hakikati sever,
gerçek aşığı.
halis:
saf, samimî.
harika:
olağanüstü.
hassa:
bir kimseye has olan özel-
lik, nitelik veya tesir.
hatt:
yol.
havi:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan.
hikmet:
gizli sebep, gaye.
inayat:
lütuflar, ihsanlar, iyilikler,
yardımlar.
iştiyak:
şevklenme, göreceği gel-
me, özleme, tahassür.
kâffe:
hep, bütün, cümle, tama-
mı.
kavi:
kuvvetli, güçlü.
kemal-i fahir:
tam bir iftihar,
övünme.
lütufkâr:
lütuf edici.
merbut:
bağlı, rabtedilmiş.
muhtelif:
ihtilâf eden, aynı
çeşitten olmayan, birbirine
uymayan, zıt, karşıt.
mukayyet:
kayıtlı, sınırlı,
bağlı.
mübeşşir:
müjdeleyen, müj-
deci, iyi haber vererek sevin-
diren.
müsabaka:
yarışma.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
namütenahi:
uçsuz bucaksız,
sonu olmayan, sonsuz, bit-
mez tükenmez.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
nazir:
benzer, eş.
nefsaniyet:
kendini, nefsini
çok beğenme hâli.
nükte:
ince manalı, düşündü-
rücü söz.
rabıta-i hakikiye:
gerçek
bağ.
ramazaniye:
Ramazan Risa-
lesi.
sürur:
neşe.
talebe:
öğrenci.
tarz-ı telâkki:
anlayış tarzı,
yolu.
tevafukat-ı gaybiye:
gaybî
ve manevî bir inayetle yapı-
lan, hizmetlere akseden yar-
dımlar, görülen kolaylıklar.
Tullâb-ı Nur:
Nur Talebeleri.
Tullab-ı Nuraniye:
nurun ta-
lebeleri.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
ziyade:
çok, fazla.
| 122 | BARLA LÂHİKASI
1...,112,113,114,115,116,117,118,119,120,121 123,124,125,126,127,128,129,130,131,132,...720
Powered by FlippingBook