Œ
76
œ
[Hüsrev’in bir fıkrasıdır.]
Sevgili ve Muhterem Üstadım Efendim!
Bizi maddî ve manevî tenvir eden, yükselten ve erişil-
mez feyizlere müstağrak kılan risalelerinize malikiyetim-
den ve lâyık olmadığım hâlde bu şerefe nailiyetimden
dolayı, Cenab-ı Hakka bînihaye teşekkür etmekte, gerek
bu şerefe nail olmaklığıma vesile olduğunuzdan ve ge-
rekse atiyen bu hususta üzerimize terettüp eden vazife-i
Kur’âniyede muvaffakiyet kazanacağımızı tebşir etmekte
olduğunuzdan dolayı, duyduğum pek büyük bir sürurla
müftehirim. Üstadım, hakkınızda, hatırınıza gelmeyen
nimetlerin en güzeliyle dünyevî ve uhrevî mes’ut olmanı-
zı her vakit için dua etmekteyim.
Muhterem Üstadım, sizi özlemiştim. Aradaki hainlerin
her hususta engel olmaları, şüphesiz çok müteessir edi-
yor. Bugünkü hâl yüreklerimizi sızlatıyor, fakat elimizden
bir şey gelmiyor. Nur deryasının feyizli risaleleri kimin
eline geçerse, o zatı kendine ciddî olarak raptettiği gibi,
müştaklar ve ehil olanlar arasında dolaşıyor.
(1)
»
u
Hn
Q p
?r
°†n
a r
øp
e Gn
ò'
g !o
ór
ªn
ër
dn
G
Hüsrev
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 129 |
müştak:
arzulu, fazla istekli, işti-
yak gösteren.
müteessir:
teessüre kapılan, hü-
zünlü, kederli, mahzun.
nail:
kavuşan, ulaşan, eren.
nailiyet:
nail olma hâli; murada
erme, maksada ulaşma, ele geçir-
me.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
Nur:
ilim.
rapt:
bağlama, bağlanma, iliştir-
me.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap, broşür.
sürur:
sevinç, mutluluk.
şeref:
övünülecek, iftihar edile-
cek şey.
şerefe:
itibara, değerlilik.
tebşir:
müjde verme, müjdeleme.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
terettüp:
bir işin birinin üzerine
düşmesi.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vazife-i Kur’âniye:
Kur’ân’la ilgili
vazife, Kur’ân vazifesi.
vesile:
bahane, sebep.
zat:
kişi, şahıs, fert.
bînihaye:
sonsuz, nihayetsiz,
ebedî, tükenmez.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın tâ kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
derya:
deniz, bahr.
dua:
yalvarma, yakarış, niyaz.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehil:
sahip, malik, yetki sahibi
olan.
feyiz:
ilim, irfan.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hain:
hıyanet eden, arkadan
vuran.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
malikiyet:
maliklik, malik ve
sahip olma.
manevî:
ruha ve içe ait olan,
ruhî.
mesut:
saadetli, bahtlı, mut-
lu.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
muvaffak:
başaran, başar-
mış, başarılı.
müftehir:
iftihar eden, övü-
nen.
müstağrak:
gark olmuş, dal-
mış, batmış, içine girmiş.
1.
Rabbimin bu fazlından dolayı ezelden ebede kadar Allah’a hamd olsun. (Metnin “Elhamdü-
lillâh” kısmı birçok ayette geçmektedir. Sonraki kısım ise Neml Suresinin 40. ayetidir.)