vaat etmiyor mu? Ona halisâne sarıldığımız zaman muh-
taç bulunduğumuz zevk-i manevîyi bize vermiyor mu?
Evet aziz Üstadım, bugün elimizde tuttuğumuz, gözü-
müzle gördüğümüz hakikî insanlara rehber olan o muaz-
zam kitap, o büyük mu’cize ki, ben maddiyat içinde dün-
ya cereyanında boğulmak üzere iken, beni onun ulvî ses-
leri ne güzel teselli etmiş ve bana sarsılmaz bir istinatgâh
olmuştur. Hakka namütenahi şükürler olsun.
Muhterem Üstad!
Bana öyle geliyor ki, manevî sa-
adete küşade bulunan ruhum, kıymettar risaleleri okuduk-
ça, yazdıkça gitgide bir zevk-i manevî, bir saadet-i ebedî
hazırlıklarıyla coşacak. Coşkunluklarımın hayli devam et-
tiği oluyor.
Üstadım!
İşte o zaman, dünya nazarımda bir hiçten
ibaret kalıyor, ebediyete, sonsuza, saadet âlemlerine atıl-
mak istiyorum. İşte o dakikalar bu dünyayı bana verseler,
bu tatlı hülyalarımın bir nebzesini bile vermek istemem.
Def olsun gençlik rüyalarının kâbuslu fırtınaları.
Üstadım, duanıza muhtacım.
Zekâi
ì®í
Œ
74
œ
Faziletmeap Üstadım!
Nur sabahı olan Risale-i Nur’dan Birinci, İkinci, Üçün-
cü, Beşinci, Altıncı, Yedinci, Sekizinci Sözleri istinsah
ederek beray-ı tashih taraf-ı âlîlerine takdim ediyorum.
Mezkûr Sözler ki; kısa oldukları hâlde mefhumları büyük.
âlem:
dünya, cihan.
aziz:
muhterem, saygın.
beray-ı tashih:
tashih için, tashih
maksadıyla.
cereyan:
fikir, sanat, siyaset ha-
reketi.
def:
mâni olma, savmak, uzaklaş-
tırma.
ebediyet:
sonsuzluk.
faziletmeap:
fazilet sahibi, çok
faziletli.
Hak:
Cenab-ı Hak.
hakikî:
gerçek, dostluğu içten ve
gönülden olan.
halis:
saf, samimî.
hülya:
hayal.
ibaret:
meydana gelen, oluşan.
istinatgâh:
dayanak noktası, gü-
venilecek yer.
istinsah:
nüshasını yazma,
örneğini çıkarma, kopya et-
me.
kâbus:
sıkıntı, rahatsızlık, kor-
ku veren.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
küşade:
ferah, neşeli.
maddiyat:
para, mal, zevk vb.
ile ilgili şeyler.
manevî:
fikrî, hissî.
mefhum:
bir sözün ifade etti-
ği mana.
mezkûr:
zikredilen, adı ge-
çen, anılan.
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey.
muazzam:
ehemmiyetli,
önemli.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete lâyık, aziz, saygın.
namütenahi:
uçsuz bucaksız,
sonu olmayan, sonsuz, bit-
mez tükenmez.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
nebze:
bir parça, az miktar.
nur:
aydınlık.
Risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap, broşür.
saadet:
mutluluk, kutluluk,
bahtiyarlık, mes’ut olma.
saadet-i ebedî:
sonsuz mut-
luluk, sonsuz saadet.
takdim:
arz etme, sunma.
taraf-ı âlî:
büyük, saygıdeğer
taraf, yüce taraf.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
ulvî:
yüksek, yüce.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
va’d:
söz verme, aht.
zevk-i manevî:
manevî zevk,
manevî lezzet, tat.
| 126 | BARLA LÂHİKASI