risalelerin, neşrettiğiniz eserlerin hakaikıdır. Menba ve
madeni bâkî olan Kur’ân-ı Hakîm’in bahridir. Bir gün
olup bu dâr-ı imtihandan saadet âlemlerine göçtüğün za-
man, kıymetdar eserlerin seni namınla beraber yaşata-
caktır. Ne mutlu, senin açtığın çeşmenin kıymetini takdir
ile ona muhafız ve müdafi olan ve icabında eserlerinin ah-
kâmını ilân ve telkin uğrunda bin can ile hayatını fedaya
müheyya olan, candan sevdiğin talebelerin var. Uhrevî-
ler diyarında olduğunuz zamanlarda dahi sizin ruhunuzu
muazzep edecek hareketlerde bulunmayacaklarına emin
olunuz. Bir çok esrar-ı Kur’âniyenin anahtarlarını şimdi-
den talebenize tevdi ettiğinize, onlar canla başla size min-
nettar ve müteşekkirdirler. Bu gün saçmakta olduğunuz
feyizli nurlar, beşeriyetin hakikî insan olanlarını payansız
sürurlara istiğrak ederek, mükellef oldukları vezaifi bildi-
riyor. Hizmetiniz inkâr edilmez ve senin fedakârlığın
azîmdir.
Aziz Üstad!
Hizmetin göklerde gezsin
(HAŞİYE)
ve siz
destanlarda geziniz. Fedakâr Üstad! Diyanetten medet al-
mayan, ehl-i gafletin gafletini ziyadeleştiren edebiyat de-
nilen müthiş sarhoşluk, ancak ve ancak sizin âsâr ve
BARLA LÂHİKASI | 137 |
hakikî:
gerçek, sahici.
hüsn-i tesir:
güzel etki.
icap:
gerekme hali, gerekli olma.
ihlâs:
içten, samimî bir işi başka
bir karşılık beklemeksizin sırf Al-
lah rızası için yapma.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
istiğrak:
gark olma, dalma, bir şe-
yin içine gömülme, bir şeyle kap-
lanma.
istihsan:
güzel bulma.
kıymet:
değer.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
maden:
öz, cevher.
medet:
inayet, yardım, imdat.
menba:
kaynak.
minnettar:
bir iyiliğe karşı min-
net duyan.
muazzep:
azap içinde bulunan,
eziyet çeken, çok sıkıntı gören.
müdafi:
müdafaa eden, savunan,
koruyan, dayanan.
muhâfız:
koruyucu, bekçi.
müheyya:
hazır, hazırlanmış,
amade.
mükellef:
sorumlu ve yükümlü
olan.
müreccih:
tercih eden, üstün tu-
tan.
müşevvik:
teşvik eden, isteğini
arttıran.
müteşekkir:
teşekkür eden.
nam:
ün, şöhret, şan.
neşr:
kitap basma, çıkarma; her-
kese duyurma, yayma.
payan:
son, nihayet, bitim, akı-
bet.
rıza-i ilâhî:
Allahın rızası hoşnut-
luğu.
saadet:
mutluluk, kutluluk, bahti-
yarlık, mes’ut olma.
sürur:
sevinç, mutluluk.
takdir:
beğenme, beğendiğini
belirtme.
talebe:
talep eden, öğrenci.
telkin:
fikir aşılama, zihinde yer
ettirme.
tevdi:
emanet etme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vezaif:
vazifeler, işler.
ziyade:
Artma, çoğalma.
ahkâm:
emirler, hükümler,
buyruklar.
âlem:
dünya, cihan.
amel-i uhrevî:
ahirete ait iş,
amel.
azîm:
büyük, yüce, ulu.
aziz:
değerli.
bahr:
deniz.
bâkî:
ebedî, daimî, sonu gel-
mez, bitip tükenmez, ölmez,
sonsuz.
beşeriyet:
beşerîlik, insanlık.
dâr-ı imtihan:
imtihan yeri,
dünya.
destan:
kahramanlık olayları-
nı anlatan edebî tür.
diyanet:
din.
diyar:
memleket.
edebiyat:
nazımlı, nesirli gü-
zel sözler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldı-
ğından dolayı ahiretin farkın-
da olmayan.
emin:
müsterih, rahat.
esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’a ait
sırlar, gizli ilimler.
fedâ:
uğruna verme, kurban
olma.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, fe-
da eden.
feyiz:
ilim, irfan.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp
nefsinin arzularına dalmak.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
1.
Bana arkamdan hayırla yâd edilmeyi nasip eyle.
HAŞİYE:
Bu kardeşimin bu hissine iştirak etmiyorum. Rıza-i İlâhî kâfidir.
Eğer O yar ise, her şey yardır. Eğer O yar değilse, bütün dünya alkış-
lasa beş para değmez. İnsanların takdiri istihsanı, eğer böyle işte, böy-
le amel-i uhrevîde illet ise, o ameli iptal eder; eğer müreccih ise, o
ameldeki ihlâsı kırar; eğer müşevvik ıse saffetini izale eder; eğer sırf
alâmet-i makbuliyet olarak, istemeyerek Cenab-ı Hak ihsan etse, o
amelin ve ilmin insanlarda hüsn-i tesiri namına kabul etmek güzeldir ki,
(1)
n
øj/
ôp
N'
’r
G p
‘ m
¥r
óp
°U n
¿É°n
ùp
d /
‹ r
?n
©r
LGn
h
buna işarettir.
