şu kısımda bilhassa Beşinci, Sekizinci ve Dokuzuncu Nük-
telerde asrın kuru kafalı, müflis, felsefeci şeytanlarını gem-
lemiş, iskât etmiş, daha doğrusu bütün bütün ilzam ve
ruhlarımızı da tenvir ve tesrir ve teselli etmiştir.
Üstad-ı Muazzezim!
Kur’ân-ı Azîmüşşanın ne dere-
celerde zengin bir hazine-i rahmet-i İlâhiye bulunduğu va-
reste-i arz olup, o hazine-i kudsiyenin muhtevi bulundu-
ğu enva-ı türlü elmas ve pırlantaları çıkartmak ve bilvesi-
le bizim gibi muhtaç olanlara da verdirmek hususunda,
Nurlar Külliyatının ekserîsinde tam bir muharrirlik vazife-
sini deruhte eden üstad-ı sani Hulûsî Beyefendi’mi, teş-
bih ve tabiri caiz ise, saatçilerde bulunan yıldızvari sekiz-
on ağızlı saat anahtarlarına benzetiyorum ki, o mütead-
dit ağızlı anahtar, âlemde mevcut her saati tahrik eder,
işletir. Mumaileyh beyefendim de aynen o hâlde olup em-
sali görülmemiş ve duyulmamış bir çok mesail-i mühim-
me-i hakikiyeyi, Hazret-i Kur’ân ve dellâl-ı Kur’ân’dan is-
tiyor. Şu asırda hazine-i hassa-i maneviyenin hazinedar-ı
bînaziri de, o kıymettar sailine en kıymettar ve ruha tam
bir gıdabahş mevadd-ı maneviye-i Kur’âniye ile izaz ve
ikram ederken o halkaya lâyık ve müstehak olmadığım
hâlde, fakir de, gıda-i ruhanimi aramsız alınca, o mevai-
di ihsan edene de, getirene de, isteyene de hadsiz
medyun-i şükran kalıyorum. Bu defadaki aldığım lütuf-
name-i ekremîlerinde, gücenmesini hazır farz ederek
mektupla muhabere etmiyorum, buyuruluyor. Bu husus-
ta kalb ve ruhuma “Ne dersiniz?” dedim. “Estağfirullah,
sadhezar estağfirullah. Biz ölmüştük, lehülhamd bize
BARLA LÂHİKASI | 145 |
nan yazı, mektup.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
medyun-i şükran:
şükran, teşek-
kür borçlu.
mesail:
meseleler.
mesail-i mühimme-i hakikî:
çok
önemli gerçek misaller.
mevad:
bir cismin cevherleri.
mevâid:
sofralar, mâideler.
müflis:
fesada veren, iflas etmiş.
muhabere:
haberleşme, mektup-
laşma, yazışma.
muharrir:
kitap yazan, müellif.
muhtevî:
ihtiva eden, içine alan,
içinde bulunduran, kapsayan.
mumâileyh:
ismi geçen, bahsedi-
len.
müstahak:
hak eden, hak etmiş.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nükte:
ince manalı, düşündürücü
söz.
pırlanta:
foyasız, yuvarlakça, par-
lak, kıymetli elmas.
rahmet-i İlâhîye:
Allah’ın sonsuz
rahmeti, İlâhî rahmet.
sâil:
sual eden, soran.
şükran:
minnettar.
tabir:
ifade, söz.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme, yola çıkartma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
teşbih:
benzetme.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
tesrir:
sevindirme.
üstad-ı muazzez:
izzetli üstad.
üstad-ı sani:
ikinci üstad.
âlem:
dünya, cihan.
ârâm:
rahat.
arz:
sunma.
asr:
yüzyıl, asır.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
bilhassa:
özellikle.
bilvesile:
bu vesileyle, yeri
gelmişken.
caiz:
mümkün, olur, olabilir.
dellâl-ı Kur’ân:
Kur’ân’ı ilân
eden, tanıtan, hizmet eden.
deruhte:
üstüne alma, yük-
lenme, kendini vazifeli bilme.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
emsal:
eş, benzer.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
farz:
ihtimal dahili.
felsefe:
maddeyi esas alan.
gıdabahş:
gıda gibi bağışla-
nan besinler.
gıda-i ruhanî:
ruhun besin
kaynağı.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hazine-i hassa-i maneviye:
manevî has, özel hazine.
hazine-i rahmet:
rahmet ha-
zinesi.
hazine-i rahmet-i İlâhiye:
ilâhi rahmet hazineleri.
hazinedar-ı bînazir:
benzer-
siz hazine.
ihsan:
bağışlama, ikram et-
me, lütuf.
ikram:
bağış, ihsan, bir şey
sunma.
ilzam:
susturma, cevap vere-
mez hâle getirme.
iskât:
sukut ettirme, sustur-
ma.
izaz:
ağırlama, ikram etme.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
külliyat:
bir yazarın basılmış
eserlerinin tamamı.
lütufname-i ekremî:
bağışla-