uzaklığından ileri gelmiştir. Çünkü Kur’ân’ın madem ki,
ilk nüzülü şehr-i ramazanda olmuştur. Bu asırda ve şu za-
manda da, o mübarek ayetin hikmetleri hakkında eser
yazılmasının bu ayda olması ensep ve âlâdır. Cenab-ı Hak
emsal-i kesîresiyle, hayırlısıyla cümlemizi müşerref buyur-
sun, âmin... Hatem-i İ’caz, hizmet-i Kur’ân’daki kıymet-
tar kardeşlerimi tanıttırdı. Ve şu güzel nurlu beyti hatır-
lattı:
Âyinedir bu âlem, her şey Hak ile kaim,
Mir’at-ı Muhammed’den Allah görünür daim
.
(HAŞİYE)
Ve şu fıkrayı söylettirdi:
Âyinedir bu hatem, herkes sıdk ile hadim,
Mir’at-ı Üstaddan, Kur’ân’dır görünen daim.
Allahü Zülcelâl cümlesinden razı olsun. Bu mübarek
mir’atın boş köşesine, bu beyit ile imzamın konulmasını
tasvib-i arifânelerine arz ederim.
Hulûsî
ì®í
Œ
90
œ
[Binbaşı Asım Bey’in Risaletü’n-Nur Söz-
leri hakkında temsil ettiği bir fıkradır.]
Münezzehtir şuunattan, hep ilham-ı İlâhîdir,
Okurken nur alır vicdan, sutûr-i bîtenahîdir,
HAŞİYE:
Lâtif bir tevafuktur ki, birinci Hulûsî ile ikinci Hulûsî ünvanını
alan Sabri Efendi, buradaki birbirinden çok uzak oldukları hâlde, ayrı
fıkrayı mektuplarında mana karşı yazıyorlar.
âlâ:
yüce, yüksek, büyük.
âlem:
dünya, cihan.
arz:
sunma, bildirme.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
ayine:
ayna.
beyit:
iki mısradan oluşan şiir.
cenab-ı hak:
Allah (c.c)
daim:
devam eden, devamlı, sü-
rekli.
dair:
alakalı, ilgili.
emsal-i kesîre:
pek çok benzer-
ler, birçok misiller.
encam:
bir şeyin, bir işin sonu,
son, nihayet, netice.
ensep:
daha uygun, pek müna-
sip, çok yerinde.
eser:
nişan, iz, alâmet.
feza:
kâinatta, yıldızlar arasındaki
boşluk, uzay.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hatem:
mühür, damga.
hatem-i i’caz:
mu’cizelik mührü.
hikmet:
İlahî gaye, gizli sebep,
fayda.
hizmet-i Kur’ân:
Kur’ân hizmeti.
ilham-ı İlâhî:
Allah’ın kalbe bildir-
mesi, ilham etmesi.
kâim:
ayakta duran, var olan.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lâtif:
tatlı, şirin.
maddî:
madde ile alakalı, cisma-
nî.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
mesele:
konu.
mir’at-ı Muhammed:
Peygambe-
rimizin ayna olması.
mir’at-ı üstad:
üstadın ayna
olması.
mübarek:
hayırlı, mutlu, kut-
lu, uğurlu.
Muhterem:
bey, efendi.
münezzeh:
arınmış, tenzih
edilmiş, uzak.
müşerref:
şereflendirilmiş,
kendisine şeref verilmiş, yü-
celtilmiş; şerefli, yüce.
mütalâa:
okuma, dikkatli
okuma.
nam:
ad, isim.
nefs:
kötü vasıfları kendisin-
de toplayan hayırlı işlerden
alıkoyan güç.
nur:
hayat.
nüzul:
inme, iniş, gökten
dünyaya geliş.
razı:
rıza gösteren, hoşnut
olan.
şehr-i ramazan:
ramazan ayı,
oruç ayı.
ser:
baş, başkan; başı, başka-
nı.
sıdk:
doğruluk.
sır:
gizli hakikat.
sual:
soru.
şükür:
Allah’a karşı kulluk gö-
revlerini yerine getirme.
sutur-i bitenâhi:
tükenmez
satırlar, manalar.
şuunat:
hâdiseler, olaylar,
vak’alar.
tasvib-i arifâne:
bilgi ve irfan
ile onaylama.
temsil:
misal getirme, özellik-
le öğüt alınsın diye mesel an-
latma.
tevafuk:
uyma, uygunluk,
birbirine denk gelme.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
vicdan:
his, duygu.ya: iki yüz-
lülük, yalandan gösteriş, sa-
mimiyetsizlik.
| 150 | BARLA LÂHİKASI