Barla Lâhikası - page 147

üslûp ile tarif ve mütalâa etmekle beraber ulemaüssû as-
habına, çok mükemmel ve manevî tokat aşk ediyorsunuz.
Ve nihayette, mektuptaki hakikatlerin Kur’ân’dan geldi-
ğine aklı takvim için, onun belâgat-ı i’caz ve icazına imti-
salen:
o
ÜÉn
ër
°Un
G p
ás
æ`n
ér
dG o
ÜÉn
ër
°Un
Gn
h p
QÉs
ædG o
ÜÉn
ër
°Un
G …/
ƒn
à°r
ùn
j n
(1)
n
¿ho
õp
F B Én
Ør
dG o
ºo
g p
ás
æ`n
ér
dG
ayet-i kerîmesini nazara vaz ediyorsunuz. Bu bîçare du-
acınız, talebeniz ibraz ve irsal buyurduğunuz nurların mü-
talâasında, müspet ve menfi iki tesir altında ne yapacağı-
nı ve ne edeceğini şaşırıyor. Çünkü, manevî vazifemizi ifa
edemiyoruz. Çok az ve dar bir muhite neşredebiliyoruz.
Bid’at ve dalâlet her gün artmakta, ahkâm-ı İslâmiyeye
sünnetlerden başlayarak ve Kur’ân hedef tutularak, çok
insafsızca hücum edilmekte olan böyle bir zamanda ve
tam bu yaralara münasip merhem olacak, bu nurlu ve şi-
falı eserlerin mahdut eşhas arasında ve yalnız bu zavallı-
ların ümit ve imanlarını takviye edecek vaziyette kalması
teessürü arttırmakta ve dergâh-ı İlâhiyeye ilticadan başka
çare bırakmamaktadır.
Evet kat’î kanaat hâsıl olur. Hatta dikkatle bakılsa gö-
rülüyor ki, bu saray-ı âlem inkıraza hatve behatve yaklaş-
makta. Her saat çatısından tuğla, duvarından bir kerpiç,
sıvasından bir parça kopmakta, hatta lambasının ışığı
azalmaktadır. Eksilmez yıpranmaz yıkılmaz, değişmez
BARLA LÂHİKASI | 147 |
inkıraz:
sönme, yok olma, tüken-
me, bitme.
irsal:
göndermek gönderilmek,
yollamak.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
mahdut:
miktarı, sayısı belli, az
miktarda, az sayılı, sınırlı, belirli.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
menfi:
olumsuz, müspet olma-
yan.
merhem:
ilaç; acıyı, kederi teskin
eden şey.
muhit:
yöre, dolay, çevre.
münasip:
uygun.
mütalâa:
okuma, dikkatli okuma.
nazar:
bakış; düşünce, fikir.
neşr:
dağıtma, yayma, saçma,
serpme.
nihayet:
en sonunda.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
saray-ı âlem:
âlem sarayı, dünya
sarayı.
şeair-i İslâmiye:
İslâma ait işaret-
ler, İslâma sembol olmuş iş ve
ibadetler.
şifa:
deva, ilaç.
sünnet:
Peygamberimizin hal ve
hareketleri.
takvim:
en güzel biçimine koy-
ma, düzeltme, kıvamına koyma.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma.
talebe:
talep eden, öğrenci.
teessür:
kederlenme, üzülme, acı
duyma.
tesir:
etki.
ulemaüssû:
kötü âlimler, ilmini
dünya menfaatlerine satanlar.
üslûp:
tarz, yol, biçim, usul, stil.
vaz:
sunma, açıklama.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
zeylen:
zeyl olarak, ek olarak, ilâ-
ve ederek.
ashap:
sahip.
belâgat-i i’caz:
mu’cize dere-
cesindeki üslûp ve ifade tarzı.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bid’at:
dinin aslında olmayıp
sonradan icat edilen şeyler,
yeni âdet.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak.
dergâh-ı İlâhî:
İlâhî dergâh,
sığınak, Allah katı.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
eşhas:
şahıslar, kimseler.
gayet:
son derece.
hâsıl:
meydana gelme, orta-
ya çıkma.
hatve be hatve:
adım, adım.
i’caz:
mu’cizelik, insanların
benzerini yapmaktan âciz
kaldıkları şeyi yapmak.
ibraz:
meydana çıkarma, or-
taya koyma, gösterme.
icaz:
az sözle çok mana ifade
etme, kısa fakat yeterli anlat-
ma.
icâz:
az sözle çok mana ifade
etme.
ifa:
bir işi yapma, bir işi ger-
çekleştirme.
iltica:
sığınma, güvenme, da-
yanma.
imtisal:
özdeşleşme, bir şeyin
suretine girme.
1.
Cehennem ehli ile Cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, muradına ermiş olanların tâ kendisi-
dir. (Haşir Suresi: 20.)
1...,137,138,139,140,141,142,143,144,145,146 148,149,150,151,152,153,154,155,156,157,...720
Powered by FlippingBook