hikmetiyle halk buyurup bu âleme gönderen Sultan-ı
Kâinat, bin üç yüz küsur sene evvel, büyük bir elçisi Ha-
bib-i Ekremi (
ASM
) vasıtasıyla, size hilkatteki hikmeti, bu-
raya gelmekteki maksadı, ubudiyetin iktiza ettiği hizme-
ti, ilh., bildirmişti. Bu âlî tebligatı, o kudsî ahkâmı sizin
anlayacağınız lisanla anlatıyorum, dinleyiniz. Eğer aklınız
varsa, gözünüz görüyorsa, insanlığınız varsa, hakikati
anlar ve imana gelirsiniz” diye beyanatta bulunuyorsu-
nuz. Bizler, hasbelkader, felillâhilhamd, bu kudsî beyana-
tı yakından dinlemek, görmek ve göstermek iştiyakını
gösterdik. Siz de o elmasları gösterip bizi uyandırdınız.
Hakikati anlatıp, yolumuzu doğrultmaya vesile oldunuz.
Allah sizden ebeden razı olsun. Nefs-i emmarenin zebu-
nu, cin ve ins şeytanlarının hedefi olmaktan kurtulama-
dık ise de, bu hasbî ve Kur’anî hizmetten zevk alıyoruz,
lâyıkıyla yapamıyorsak da yolunda bulunuyoruz.
(1)
p
äÉs
«`u
ædÉp
H o
?Én
ªr
Yn
’r
G Én
ªs
fp
G
Hulûsî
ì®í
ahkâm:
emirler, hükümler, buy-
ruklar.
âlem:
dünya, cihan.
âlî:
yüce, yüksek, ulu.
beyanat:
açıklamalar, izahlar.
cin:
gözle görünmez, lâtif cisim-
lerden ibaret bir yaratık.
ebeden:
devamlı, daima.
elmas:
çok kıymetli bir mücev-
her.
evvel:
önce, ilk, birinci, iptida,
başlangıç.
Felillâhilhamd:
hamd ve övgü Al-
lah’a mahsustur.
Habib-i Ekrem:
Allah’ın sevdiği
değerli ve cömert kulu olan Pey-
gamberimiz.
hakikat:
gerçek, hayalî olmayan,
görülen, mevcut olan, bir şeyin
aslı ve esası.
halk:
yaratma, yaratış.
hasbelkader:
kaderden, kader
icabı.
hasbî:
karşılıksız, Allah rızası için,
gönülden, isteyerek.
hedef:
maksat, niyet, amaç.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılışta-
ki İlâhî gaye.
hilkat:
yaratma, yaratış; yaratıl-
ma, yaratılış.
iktiza:
ihtiyaç, gereklilik.
ilh:
ilâahir sözünün kısaltılmışı.
ins:
insan, beşer, Âdemoğlu.
iştiyak:
aşığın sevgiliye kavuş-
mak için duyduğu aşırı arzu.
kudsî:
mukaddes, kutlu, muaz-
zez, aziz.
küsur:
üzeri.
lâyık:
uygun, yakışır, münasip.
lisan:
konuşma dili.
maksat:
kastedilen, istenilen
şey, varılmak istenen nokta,
niyet, meram.
nefs-i emmare:
insanı kötü-
lüğe sürükleyen nefis, insana
kötü ve günah olan işlerin ya-
pılmasını emreden nefis.
razı:
rıza gösteren, kabul
eden, boyun eğen, muvafa-
kat eden, hoşnut olan.
Sultan-ı Kâinat:
kâinatın sul-
tanı ve sahibi olan Allah.
şeytan:
Hz. Âdem’in üstünlü-
ğünün kabulü anlamında ona
secde edilmesi ile ilgili İlâhî
emre uymadığı için semadan
kovulan ve o zamandan beri
Âdem oğullarını doğru yoldan
çıkartmaktan geri durmayan
lânetlenmiş varlık, iblis.
tebligat:
tebliğler, bildiriler,
bildirmeler.
ubudiyet:
kulluk, kölelik, ita-
at, bağlılık, samimiyet.
vasıta:
aracı.
vesile:
bahane, sebep.
zebun:
bîçare, zavallı.
zevk:
manevî haz.
1.
Ameller niyetlere göredir. (Buharî, Bed'ü'I-Vahy: 1; İman: 41; Nikâh: 5; Müslim, İmâra: 155;
Ebu Davud, Talâk: 11; Tirmizi, Fezailü’I-Cihad:16; Neseî, Taharet: 59; Talâk: 24; İbni Mâce,
Züht: 26; Müsned, 1:25, 43.)
| 98 | BARLA LÂHİKASI