Œ
43
œ
[Şu fıkra ikinci bir Sabri olan
Hafız Ali’nindir.]
Efendim!
Yirmi Beşinci Söz, Cenab-ı Hakkın ferman-ı mübini
olan Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan için öyle bir vuzuh-i etemmi
havi bir muarrif-i hakikîdir ki, bahr-i hakaikte seyr ü se-
yahat eden ve haricen çelikle mücellâ ve müstahkem ve
dâhilen elmas ve akikle müzeyyen ve müberhen ve men-
ba-ı hakikîsi olan Furkan-ı Hakîm gibi daima gençliğini
ve resanetini, ziynet ve hüsnünü tezyit ve muhafaza eden
ve hiçbir vecihle ahkâm-ı memduhasına nakîsa getirme-
yen bir sefine-i semaviyenin mahsulü olup, kalbleri kışır-
lanarak felsefenin çıkmaz çığırlarına sapan gafil ve asile-
re şiddetle darbe-i müthişe ve mühlikesini çarpan o Söz,
mutîlere lütf-i dest-i manevîsiyle dünyevî ve uhrevî niha-
yetsiz mükâfatını ihsan eden Cenab-ı Hakkın, zat-ı Üsta-
dânelerine lütuf buyurduğu ve
Vehhâb
ism-i celîlinden tu-
lû eden nurun lem’asıyla ziyalandırıp hakaik-ı İlâhiyenin
zerrelerini bile pırlantalar gibi görüp ve gösteren Üstadı-
mın hakaik denizinde seyr ü seyahatleri esnasında isabet
eden mevceler ki, yekdiğerini müteakip her birisi başlı ba-
şına bir mu’cize hatta, bir katresi bile i’cazıyla i’cazını gös-
terdiğini gördüğümde, “Maşaallah, elhamdülillâhi âlâ nu-
ri’l-iman ve hidayeti’r-Rahman”
(1)
cümle-i celîlesini lisa-
nımda virt ediyorum.
Ali
ì®í
BARLA LÂHİKASI | 89 |
hüsün:
ilahî güzellik.
i’caz:
mu’cizelik.
icaz:
az sözle çok mana ifade et-
me.
ihsan:
verilen, bağışlanan şey.
ism-i celîl:
Celîl ismi, Cenab-ı Hak-
kın büyüklüğü ve kudretiyle her
şeyi hükmüne boyun eğdirdiğini
ifade eden ismi.
kışır:
kabuk, dış taraf.
lütf-i dest-i manevî:
manevî elin
yardımı, ikramı.
menba-ı hakikî:
gerçek kaynak.
mevce:
bir) dalga.
muarrif-i hakikî:
Hakikî tarif edi-
ci, öğretici.
mu’ciz:
insanı âciz bırakan iş, ay-
nısını yapmakta başkalarını acze
düşüren, kimsenin yapamayacağı
yolda olan.
muhafaza:
koruma, saklama, hıf-
zetme.
mutî:
itaat eden, boyun eğen.
müberhen:
belli, aşikâr, açık.
mübin:
açık, meydanda olan,
besbelli, ap açık.
mücellâ:
cilâlanmış, cilâlı, parlatıl-
mış, parlak.
mühlike:
helâk eden, öldüren, öl-
dürücü.
müstahkem:
tahkim edilmiş,
kuvvetlendirilmiş, sağlamlaştırıl-
mış; sağlam, metin.
müteakip:
teakup eden, birbiri-
nin ardından gelen, takip eden,
arkası sıra beliren.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş,
süslenmiş, süslü, bezenmiş, do-
nanmış.
nakîsa:
eksiklik, noksanlık, kusur.
nuri’l-iman:
iman nuru, ışığı.
resanet:
sağlamlık, metanet.
sefine-i semaviye:
gökyüzüne
ait gemi.
seyr ü seyahat:
gezip gelme, yol-
culuğa gidip gelme.
tezyit:
arttırma, çoğaltma.
tulû:
doğma, doğuş.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait,
ahiret âlemiyle ilgili.
vecih:
yön, şekil.
Vehhâb:
çok fazla bağışlayan, ih-
sanda bulunan, herkese hakkı
olan her şeyi veren, haketmediği
halde bağışlarla ihsan eden, ni-
metlendiren Allah (c.c.).
virt:
zikir; belli zamanlarda, belli
sayıda, belli duaların zikir olarak
belli biçimde ve düzenli şekilde
okunması.
vuzuh-i etem:
tam bir izah, açık-
lama.
yekdiğer:
birbirini, bir taraf, öbür
tarafı, birbirine.
zat-ı Üstadâne:
öğretici, bilgilen-
dirici kişi.
zerre:
maddenin en küçük parçsı,
atom.
ziynet:
süs, bezek.
ahkâm-i memduha:
övül-
müş emirler, hükümler.
akik:
çoğu kez kırmızı renkte
olan değerli bir taş.
asi:
isyan eden, başkaldıran.
bahr-i hakaik:
ilim denizi.
cümle-i celîle:
yüce manalı
cümle.
dâhilen:
içten, içeriden.
darbe-i müthişe:
dehşetli,
müthiş darbe.
elmas:
çok kıymetli bir mü-
cevher.
esna:
ara, aralık, sıra, vakit,
zaman, hengâm.
ferman-ı mübin:
ilâhi fer-
man, Kur’ân.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
Furkan-ı Hakîm:
doğruyu
yanlıştan ayıran hikmetli
Kur’ân.
gafil:
olanın bitenin farkında
olmayan.
hakaik-ı İlâhiye:
Allah’ın
Kur’ân’da açıklamış olduğu
hakikatler.
haricen:
hariçten, dışardan.
havi:
ait.
hidayeti’r-Rahman:
ister
mü’min, ister kâfir; ister iyi is-
terse kötü olsun; rahmeti bü-
tün herkese yayılan ve bütün
yaratılmışların rızıklarını ve
geçim şekillerini içine alan
rahmetin sahibi Allah’ın doğ-
ru yolu göstermesi.
1.
Allah ne güzel dilemiş. Bütün varlıklara merhamet eden Allah’ın hidayeti, doğru yolu
göstermesi ve imanın nurundan dolayı hamd olsun.