İnsan diğer varlıklardan farklı olarak bütün kâinatla alakadardır. Onlardan gelen güzel şeylerle mutlu olduğu gibi, menfi ve zararlı şeylerle de huzursuz oluyor.
“Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedardır, azap çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalalet ve ehl-i gaflet, rahmet-i umumiye-i İlâhiyeden ve hikmet-i tamme-i Sübhâniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere rikkat-i cinsiye, alakadarlık cihetiyle, kendi eleminden başka nev-i beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteellim olup azap çekiyor.” (Kastamonu Lahikası)
İnsanın nihayetsiz ihtiyacını yerine getirebilecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir. Evet, İnsan, fıtratına dercedilen duygu ve cihazlar ve küllî istidat açısından dünya hayatına sığamıyor. Bundan dolayı, “Bazen dünyaya yerleşemiyorsun, zindanda boğazı sıkılmış adam gibi ‘of, of’ deyip dünyadan daha geniş bir yer istediğin halde; bir zerrecik, bir iş, bir hatıra, bir dakika içine girip yerleşiyorsun. Koca dünyaya yerleşemeyen kalb ve fikrin o zerrecikte yerleşir. En şiddetli hissiyatınla o dakikacık, o hatıracıkta dolaşıyorsun. Hem senin mahiyetine öyle mânevî cihazat ve lâtifeler vermiş ki, bazıları dünyayı yutsa tok olmaz.” (Lem’alar, On Yedinci Lem’a)
Allah insanın kalbine ebedî yaşama arzusu koymuştur. İnsana takılan bütün duygu ve cihazlar ahiret için verilmiş. O, ancak en büyük arzusu olan ve ancak ebediyet ile mutmain olabilirler. Kısacık dünya hayatı bu duyguyu doyurmaya, bu arzuyu tatmin etmeye yetmiyor.