“Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. ‘Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar’ dediler. Ben dedim: Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.” 1
Fizik, kimya, biyoloji, botanik, zooloji gibi yaratılışla alâkalı ilimler ders verilirken, karaciğer şu vazifeleri yapar, şu bitki şu hususiyetleri taşır, güneşin büyüklüğü ve ısısı şu kadardır diye anlatılır. Hâlbuki Allah’ın eseri olan bu varlıkları O’ndan hiç söz etmeden anlatmak, sanki bu varlıklar “kendi başına buyruk” gibi, rüzgâr kafasına göre eser, dünya kendi kendine döner, meyveyi ağaç kendi verir gibi bir üslup kullanılır.
Meselâ, Selimiye Camii’nde sergilenen mimarî dehayı nazarlara verirken, Mimar Sinan’dan hiç söz etmemek, o büyük mimarı nazarlardan saklamaya dönük kasıtlı bir bilgilendirme olur.
Felsefe, aklı esas alan bir düşünce metodudur. Bunun için, felsefeciler hayatın gayesini, kâinatın ve içindeki hâdiselerin manalarını, Yaratıcıyı hiç düşünmeden, sadece kendi akıllarına göre tevil etmekle hataya düştükleri gibi, bilim adamları da bu kâinat kitabının katibini nazara almadan değerlendirdiklerinde de benzer bir hataya düşerler. Halbuki akıl, ancak vahyin ışığında hakikate ulaşabilir.
İşte ruh ve kalbi hasta olan insanlar, her şeyi aklın halledebileceği vehmine kapılırlar. Akıllarının bir mana veremediği yahut inceliklerine eremediği işleri de tesadüfe bağlı, karışık şeyler olduğu vehmine kapılırlar. Bu yanlış yol, onların ruhlarını doyurmaz, kalplerini tatmin etmez. İşte bunun içindir ki Bediüzzaman Hazretleri, kâinata esbab hesabına bakmanın hata olduğunu, Allah hesabına bakmanın ise marifet-i İlâhîye olduğunu nazara veriyor.
Evet, “Kâinat kudret kalemiyle yazılmış bir kitap ve Rabbanî bir mektup”tur. Bu kitabın anlaşılması ancak, mâna-yı harfiyle bakmakla mümkündür. Mâna-yı ismiyle bakmaktan ise,
varlık âlemini ve onda cereyan eden hâdiseleri sahipsiz ve tesadüfe bağlı zannederek, onlara kendi aklıyla tevil ve izah getirmeye kalkışmaktan birçok batıl fikir, ekoller ve cereyanlar ortaya çıkmıştır.
Mesela, bir çiçeğe bakınca “Ne güzel yaratılmış” dersek, “mana-yı harfiyle bakmış”, “Ne güzeldir” dersek, “mana-yı ismiyle” bakmış oluruz.
Demek ki, kâinata mânâ-yı ismiyle ve esbab hesabına bakan kişi “Bu çiçek ne güzeldir” derse, hem gafletini, hem cehaletini seslendiriyordur. Çünkü çiçeğin güzelliği de, kokusu da kendinden ve kendisi için olmadığı gibi, çiçek varlığından da, güzelliğinden de, kokusundan da habersizdir. İşte bu bakış hatalı olduğu içindir ki, sanata, sanatkâr hesabına bakmak gerekiyor.
Dipnotlar:
1-) Asa-yı Musa, Altıncı Mesele