"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

ZİYÂ mı, ZIYA mı kelimesi beni aylarca uğraştırdı

Nahit Topaloğlu
21 Temmuz 2024, Pazar
ŞAPKA DEYİP GEÇMEYİN-8 TASHİH HAKKINDA-3

Serinin 7.si “Tashih Hakkında 2” alt başlığıyla çıktı. Uzun zamandan beri gazete arşivimizi tarıyor çok eskiden neşredilen tashih ile ilgili yazımı arıyordum. Nihâyet 18 yıl önceki yazıyı buldum. İki gün peşpeşe Lâhika sayfasında çıkan makalemi tashih ile alakalı olduğundan -gözden geçirip- tekrar yazıyorum:

Hüve Nüktesi ile ilgili bir nükte -1-

Risâle-i Nur’un bâzı ifâdelerine zaman zaman sataşıldığı, kimi cümlelere ilişildiği olmuştur. Bu tarz cümlelerin bir kısmı, belki bir tashih hatâsı sonucu bozuk gibi durmaktadır. Üstadın tashihinden geçmiş Osmanlı alfabesiyle basılı takım hâlinde bir Külliyat’ın, Risâle-i Nur Enstitüsünde ve internet sayfasında bulunması zarûreti vardır. Tâ ki ilgilenen kişiler, orijinal nüshalara ulaşabilsin ve tashih/okuma hatâlarından kaynaklanan yerleri, ilgili mercilere iletsin.

Bir zamandır Risâle-i Nurları bu gözle okumaya çalışıyorum. Tashih hatâsı olduğu çok açık olan yerleri ulaştırıyorum, gereği yapılıyor. Fakat anlatım kusuru gibi görünen kimi cümleler var ki, aslında tashih hatâsı olduğu hâlde, Osmanlı alfabesiyle basılı tashihli nüshaya bakmadan onun tashih hatâsı olduğu anlaşılamıyor ve resmen bir anlatım kusuru imiş gibi duruyor.

Meselâ 11. Şuâ Meyve Risâlesi Sekizinci Mesele’nin Bir Hülâsası’nda geçen şu paragrafa bakalım:

“Fakat hadsiz şükür olsun, benim canım kadar sevdiğim pek çok kardeşlerimin bu musîbetten gelen elemlerini de çektiğim ve gözüm kadar sevdiğim binler Risâle-i Nur risâleleri ve benim yaldızlı ve süslü ve çok kıymettar kitaplarımın ZİYÂları ve ağlamalarından teessüflerini çektiğim ve eskiden beri az bir ihaneti ve tahakkümü kaldıramadığım hâlde; sizi kasemle temin ederim ki, îman-ı bi’l-âhiret nuru ve kuvveti bana öyle bir sabır ve tahammül ve tesellî ve metânet, belki mücahidâne, kârlı bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı kazanmak için bir şevk verdi ki, ben bu risâlenin başında dediğim gibi, kendimi medrese-i Yusufiye ünvanına lâyık bir güzel ve hayırlı medresede biliyorum. Ara sıra gelen hastalıklar ve ihtiyarlıktan neş’et eden titizlikler olmasaydı, mükemmel ve rahat-ı kalb ile derslerime daha ziyade çalışacaktım. Her ne ise, bu makam münasebetiyle saded hârici girdi; kusura bakılmasın.”

ZİYÂ kelimesi paragrafa yakışmıyordu, zayi’ olmasındı? Herhâlde bir basım hatâsı vardı. Zâyi’ yerine ziyâ basılmış olmalı, diye düşündüm.

Baktığım nüshalarda (Meyve Risâlesi Doğuş LTD Şirketi Matbaası Ankara 1958 baskısı, Şuâlar Çeltüt Matbaası 1960 İstanbul baskısı, Şuâlar Y. Asya Neşriyat 1994 Almanya baskısı, Asâ-yı Musa Y. Asya Neşriyat 1994 İstanbul baskısı, Asâ-yı Musa Yeni Asya Neşriyat 2001 İstanbul baskısı, Yeni İndeksli Asâ-yı Musa 2005 İstanbul baskısı gibi) hep “ziyâ” şeklindeydi. 2005 baskısı Asâ-yı Musa’da da şapkasız “ziya” şeklinde yazılıydı. Demek zâyi’ değilmiş.

 “Işık” anlamındaki “ziyâ”, bu metne yakışmamakta, bir anlatım kusuru teşkil etmekteydi. Çünkü Latin harfleriyle basılı lügatlarda (Abdullah Yeğin Yeni Lügat, Risâle-i Nur Enstitüsü’nün hazırladığı Osmanlıca-Türkçe Lügat, Ferit Develioğlu Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat) “ziyâ” kelimesi, sonu hemze ile yazılmış ve kelimeye “ışık, aydınlık” mânâsı verilmişti.

“Herhâlde istinsah edilirken bir hatâ olmuştu. Peki, metin nasıl düzelir ve anlatım kusuru ne şekilde zâil olurdu?”

“…benim yaldızlı ve süslü ve çok kıymettar kitaplarımın ziyâları ve ağlamalarından teessüflerini çektiğim…”

Kitaplarımın ziyâları ve (kitaplarımın) ağlamaları…

Kitapların ağlamasından duyulan ıstırap ifâde ediliyorsa, ağlayan, “kitaplar” ise teşhis san’atı yapılmış deriz ve güzel de olur. Bu sefer “kitaplarımın ziyaları” ifâdesini nereye koyacağız? Bu teessüf verici hâletle, “kitaplarımın ziyâları” ifâdesini nasıl telif edeceğiz?

Kitapların “ziyâdar” olduğu ve bu ziyâdar kitapların ağladığı ifâde ediliyorsa, bu kez cümle başka türlü kurulmalıydı. Yok, ağlayanlar kitap değil de “canım kadar sevdiğim pek çok kardeşlerimin bu musibetten gelen elemlerini de çektiğim” diye ifâde edilen Nur talebeleriyse, cümle yine başka türlü kurulmalıydı.

“Ağlamalarından teessüflerini çektiğim” ifâdesinde “ağlayanlar,” eğer kitaplarsa, cümle şöyle kurulabilirdi:

“Fakat hadsiz şükür olsun, benim canım kadar sevdiğim pek çok kardeşlerimin bu musibetten gelen elemlerini de çektiğim ve gözüm kadar sevdiğim binler Risâle-i Nur Risâleleri ve benim yaldızlı ve süslü ve çok kıymettar ve ziyâdar kitaplarımın ağlamalarından teessüflerini çektiğim ve eskiden beri az bir ihâneti ve tahakkümü kaldıramadığım hâlde; sizi kasemle temin ederim ki…”

“Ağlamalarından teessüflerini çektiğim” dediği “ağlayanlar” Nur talebeleriyse eğer, cümle şöyle kurulmalıydı:

“Fakat hadsiz şükür olsun, benim canım kadar sevdiğim ve ağlamalarından teessüflerini çektiğim pek çok kardeşlerimin bu musibetten gelen elemlerini de çektiğim ve eskiden beri az bir ihaneti ve tahakkümü kaldıramadığım hâlde; sizi kasemle temin ederim ki, benim yaldızlı ve süslü ve çok kıymettar kitaplarımın ziyâları ve iman-ı bil’âhiret nuru ve kuvveti bana öyle bir sabır ve tahammül ve tesellî ve metânet, belki mücahidâne, kârlı bir imtihan dersinde daha büyük mükâfatı kazanmak için bir şevk verdi ki…”

Bu son şekil daha uygun geldi. Herhâlde böyle olmalıydı. Ah, aslı olsa da, tashihten geçmiş nüshayla karşılaştırsam… Lâkin cümlenin kuruluşunu alt üst etmek zorunda kalmıştım. Canım, bu kadar da tashih hatâsı olmazdı ya, resmen farklı bir cümle kurmuş oldum, ögeler yer değişti. Kafama göre hatâsız bir cümle kurmuştum, ama içim rahat değildi.

DOSTLARIM DA AYNI DÜŞÜNCEDE

Düşüncelerine değer verdiğim bir iki dosta okudum aynı paragrafı. Onlar da, ziyâ sözünün bu cümleye oturmadığını söylediler. Hatta benim ilk düşündüğüm gibi “O kelime, ziyâ değil de zâyi’ olmasın sakın!” dediler. Fakat hiçbir nüshada “zayi’” diye geçmiyordu.

Bunun üzerine, metindeki paragrafın kendimce düzelttiğim son şeklini o kalem erbâbı dostlara gösterdim. Onlar da istihsan ettiler. Ama cümle kuruluşunun bu ölçüde değiştirilerek ancak düzeldiği böylesine bozuk bir ifâdenin, Risâle-i Nurlarda olabileceği düşüncesi, müthiş rahatsız ediyordu.

Başka bir şey olmalıydı ama ne?

14-21 Temmuz tarihleri arasında (2006), Barla Yeni Asya Sosyal tesislerindeydik. Kendi programından iki gün önce gelmiş olan Kutlular Ağabeyle de sohbet etme fırsatı oldu. Asâ-yı Musa’dan ilgili paragrafı okudum. O da bir aksaklık olduğunu ifâde etti. Ziyâ sözü oraya yakışmıyordu. “Tashih hatâsıdır, bak bakalım kitabın arkasındaki sözlüğe, başka mânâsı var mıymış?” dedi.

“Canım ziyâ kelimesinin nesine bakacaksın ki. Ben Abdullah Yeğin’in Yeni Lügat’ına da, Develioğlu’nun çok daha hacimli Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat’ına da baktım. Kelime Türkçe ziyâ şeklinde yazılmış, tıpkı risâlelerde olduğu gibi, Osmanlıcası da Dat-Ya-Elif-Hemze ile gösterilmiş. Mânâsı da ‘ışık, aydınlık’ diye verilmiş.”

KUTLULAR AĞABEYE DANIŞTIM

Tabiî bunları içimden söylüyorum. Bu arada da Kutlular Ağabey “bak” dediği için, kerhen kitabın (1994, Y.A.Neşriyat, Asâ-yı Musa) arkasındaki sözlüğe bakıyorum. Orada iki farklı yazımla verilmiş, iki farklı ziya olduğunu görüyorum. Biri ziya’ (zâyi olma, kaybolma), diğeri de metindeki gibi ziyâ (ışık, aydınlık). Demek metindeki tashih hatâsı imiş gerçekten. “Zâyi olma” anlamına gelen bir ziya’ kelimesi de varmış demek. Kutlular Ağabeye “Kelimenin sonundaki kesme işaretini metine basmamışlar. Tashih hatâsı olmuş.” diyorum. “Biz bu tashih hatâlarıyla yıllardır baş edemedik.” diyor ve ekliyor “Aferin, işte böyle müdekkik olmak, dikkatle okumak lâzım.”

İşin kötüsü, insanın müracaat için ilk aklına gelebilecek her üç sözlükte de sadece ziyâ vardı, ziya’ yoktu. Bunun üzerine eve dönünce Osmanlıca Kāmus-ı Türkî ve Ahtar-ı Kebîr adlı lügatlara baktım. Bu Osmanlıca basım sözlüklerde kelimenin hem sonu ayın harfiyle (dat-ya-elif-ayın) biten şekli vardı, hem de sonu hemze ile (dat-ya-elif-hemze) biten biçimi mevcuttu.

Beni aylarca uğraştıran metinde, anlatım kusuru yokmuş meğer. Ama işin tuhafı, yıllardır bu kelime “ziyâ” diye basılmış. Ziyâ da “ışık” demek. Kim sözlüğe bakma gereği duyar ki? Kaldı ki baksan ne yazar? Hangi sözlüğe baksan ZİYA kelimesi, “ışık, aydınlık” diye mânâlandırılmış.

Daha sonra İndeksli  2005 İstanbul basımı Yeni Asya Neşriyat ’Şuâlar’ elime geçti. Bu kitapta ise kelimenin şapkasız ve “ı” ile ZIYA diye yazıldığını ve lügatinde de “kaybolma, zâyi oluş, zarar görme” şeklinde anlamlandırıldığını görünce, bu kez lügatlarda ZIYA maddesini aradım. Bu kez her üç lügatta da zıyâ’ (dat-ya-elif-ayın) yazımıyla kelimeyi buldum. Demek doğru yazımı “ı” ile ZIYÂ’ imiş. Fakat 1958’den bu yana hiçbir risâlede “ı” ile zıya’ şeklinde geçmiyor. Hep tashih hatâsı var. Sadece 2005 basımı Şuâlar’da kelime doğru yazılmış. İşin garibi Yeni Asya Neşriyat 2005 basımı indeksli yeni Asâ-yı Musa’da aynı kelime gene hatâlı olarak “i” ile ziya şeklinde geçiyor.

Bu olay, anlatım kusuru gibi görüp bilgisayarıma not aldığım cümlelere yenilerini ilâve etme hususunda bana gayret verdi. Böyle bir çalışma yapmamış olsaydım, 1958 Baskılı Meyve Risâlesi’nden tut, 2005 basımı Asâ-yı Musa’ya kadar pek çok risâlede bu kelimenin hatâlı basıldığını fark etmeyecektim. Bu durum, hatâlı gibi duran cümleler üzerinde tekrar be tekrar kafa patlatmak gerektiği hususunda bana kanaat verdi. 

Hüve Nüktesi’nde kusurlu gibi görünen bir cümle hakkındaki düşüncelerimizi de yarınki yazımıza bırakalım.

Okunma Sayısı: 2119
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Said Yüksekdağ

    23.7.2024 08:30:47

    Takdire şâyân çalışmalar bunlar... İlgili paragraftaki ziyâ kelimesi " zıyâ' " olarak nüshalarda düzeltilmesi lazım...

  • Aşkın

    21.7.2024 23:09:58

    Yanlış okumuşum ziyaâ olacak.

  • Aşkın

    21.7.2024 22:41:37

    Hüsrev abinin Osmanlıca hattında zayia olarak geçmiş abi.

  • Semanur Tunoğlu

    21.7.2024 09:12:00

    En nihayetinde "ZIYA" olduğunu öğrenmiş oldum.

  • S.topuz

    21.7.2024 02:34:55

    Allah c.c râzı olsun muhterem Hocam. Emekleriniz "zıyan" olmayacaktır inşâallah! 🙌🌹🤲🌹❤☝️🌙😪😭😥🕊🕊🕊🌍🇪🇺🇵🇸🇵🇸🇵🇸

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı