"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Tashih hakkında 1 - Şapka Deyip Geçmeyin - 6

Nahit Topaloğlu
09 Temmuz 2024, Salı
Abdullah Cevdet’i duymuşsunuzdur. Süfyâniyet, mekteplerde âhireti inkâr fikrini işleyen bir kitaba ihtiyaç (!) duyunca, kitabı yazma vazifesini ona verirler.

İlk mektepte inançsız muallimler körpecik çocuklara Allah’ı inkâr için şöyle demektedirler:

-Çocuklar, benden şeker isteyin bakalım.

Kendisinden şeker istenen muallim, önceden hazırladığı şekerleri çocuklara dağıtır.

-Peki, şimdi de Allah’tan isteyin!

İstenen şekerler verilmeyince imansız muallim zehrini kusar:

-Benden istediniz; şekerlerinizi aldınız. Allah’tan istediniz, şeker alamadınız. Demek ki…

Mekteplerde tekrarlanan bu kabil tiyatrolarla küfrün bir temele oturması pek mümkün değil tabi. İnkârcı zihniyet, o zamana kadar Müslümanların “yumuşak karnı” olan âhirete îman rüknüne kitâbî darbeler vurmakla küfürlerini perçinlemek ister. Çünkü İslâm âleminde Haşir mes’elesini aklen ispatlayan bir eser yazılamamıştır.

İmânî mes’eleleri akla tespit ettirmek mesleğindeki İslam filozofları dahi bu konuda havlu atmış, İbn-i Sinâ gibi bir dâhî “Haşir, aklî değil, naklî bir mes’eledir. Akıl bunda yol bulamaz.” demiştir.

Süfyâniyet, bu boşlukta yol bulup haşri inkâr eden bir eseri yazma vazifesini Abdullah Cevdet’e vermiştir.

Bu müthiş proje hazırlandığında, ilhâmen Haşir Rişâlesini yazarak küfrün belini kıran Bediüzzaman Hazretleri bu hususta şöyle der:

“Onuncu Söz, sekiz yüz nüsha yayılmasıyla ehl-i dalâletin kalplerindeki inkâr-ı haşri kalplerinde sıkıştırıp lisanına getirmeye meydan vermedi, ağızlarını tıkadı ve hârika burhanlarını gözlerine soktu. Evet, Onuncu Söz, haşir gibi bir rükn-i azîm, imanın etrafında çelikten zırh oldu, ehl-i dalâleti susturdu.”

Haşri inkâr eden kitap gecikince Abdullah Cevdet’ten sorarlar:

-Ne zaman bitireceksin?

Abdullah Cevdet çoktan pes etmiştir:

-Görmüyor musunuz, Said Nursî, insanı haşrin sokaklarında dolaştırıyor?

* * *

Eskiden gazete ve kitaplar, kurşun harfler tek tek elle dizilerek tipo baskıyla basılırdı. Tashih hatâları da elbet fazla olurdu.

Tarihte âdetâ sıfır hatâ ile kitap basımı Kavalalı Mehmet Ali Paşa zamanında gerçekleşir. Mısır’da hâkimiyetini ilân eden Paşa, cahil bir kişidir. Önüne bâzı memurların maaş taslaklarını hâvi bir liste sunulur. Müderris, muallim, mürettip… En başta, en yüksek maaş teklifiyle müderris vardır; en alt sırada ise mürettip.

Sorar Paşamız:

-Mürettip dediğiniz ne iş yapar?

-Efendim, mürettipler; müderrislerin, müelliflerin yazdığı kitapları matbaada basılmadan önce inceler, hatasız basılmaları için kontrol eder.

Paşa, mürettipleri, maaş listesinin en tepesine yazdırır ve en yüksek ücretin onlara verilmesini emreder. Madem profesörlerin bile kitaplarını onlar kontrol ediyormuş…

Bunun üzerine, müderrisler, mürettiplik yapmaya başlamış ve dünya matbuat tarihinde en hatâsız kitaplar, müderrislerin mürettiplik yaptığı Mısır’da, o dönemde basılmış.

* * *

Abdullah Cevdet’in İçtihad dergisindeki şiirinde bir mısrâ “Ben bu milletin öksüzüyüm” yerine “Ben bu milletin öküzüyüm” diye çıkmış. “Hatâ-i mürettib olmuş efendim” diye dert yanan Abdullah Cevdet’e Süleyman Nazif cevabı yapıştırmış: “Ne hatâsı efendim; savâb-ı mürettib olmuş; savâb-ı mürettib!”

Şimdi tipo baskı kitap da, kurşun harfleri tek tek dizen mürettipler de kalmadı. Yazarlar, kendi yazılarının hem mürettibi, hem musahhihi âdeta. Lâkin insan kendi hatâsını kolay göremiyor.

“Şapka Deyip Geçmeyin-1” adlı makalemi gazeteye göndermeden belki 50 defa kontrol etmiştim. İmlâ ile ilgili olduğu için, bazı harflere klavyemde olmayan özel işaretler de koymak mecburiyetiyle, haddinden fazla kontroller yapmıştım. Bana kalırsa “sıfır hata (!)” ile gönderdiğim yazım neşredildi.

Benimle benzer hassâsiyetleri taşıyan bir kardeşimiz aynı sabah beni aradı, tebrik etti ve “Bir adet imlâ hatâsı var ağabey.” dedi.

Şaşırmadım desem yalan olur.

-Kardeşim, 50 defa incelemişimdir; insan kendi hatâsını demek ki kolay göremiyor, diyerek sordum. İmlâ hatâsı olan kelimeyi söyledi: kabilinden

Hemen yazıma baktım; haklıydı. Sen şapka hakkında yazı yaz, tut şapka hatâsı yap; “kabîlinden” diye i’yi şapkalı yazacakken atla. (Tabi hemen Yasin Kuvvetli kardeşimi arayıp internet sayfasındakini olsun tashih ettirdim.)

Ah bu şapkadan çektiklerimiz!

Okunma Sayısı: 1101
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Zeliha

    10.7.2024 11:07:23

    Hocam kıymetli bilgilerinizin devamını bekliyoruz. Coo istifadesine bir yazıydı. Allah razı olsun.

  • Nahit Topaloğlu

    9.7.2024 17:16:10

    Orhan Ali Kardeşim, Çoktandır şu düşündüğüm ve “Şol cennetin ırmakları” şu alt başlığıyla şu “Şapka Deyip Geçmeyin” şu serisinin şu içinde şu yazmayı şu düşündüğüm şu yazı şu artık şu kuvveden şu fiile çıkacak şu sanırım. Şu tasarladığım o yazıda şu sorularının şu cevapları da şu olacak şu ihtimal.

  • Orhan Ali YILMAZ

    9.7.2024 09:49:14

    Bir ikinci olarak "Said Nursî insanı" istimâlinizde -yine şu zannediyorum- şu Said Nursî'nin, şu hemen sonrasında bir "virgül"ün varlığı, şu "vücûbiyet" derecesinde zorunludur; ta ki, şu ifadeyi şu "Said Nursî İnsanı" şeklinde şu "tamlama" olmaktan şu "tefrîk" ile şu "kurtarmak" için... Selâmlarımla...

  • Orhan Ali YILMAZ

    9.7.2024 09:47:37

    Yazınızla ilgili olarak; neden şu "Haşir" kelimesine, şu "özel isim" olduğundan mütevellit şu büyük harfle şu "ibtida" eylemişken, şu "Âhiret" kelimesi de, aynen onun gibi şu "Esmâ-i Husûsiye"den tâdât olunduğu hâlde, neden onu şu "âhiret" şeklinde yazma gereği duydunuz ya da tercih ettiniz?.. Yoksa, şu dilimizde şu "çoklukla" müsta'mel olunduğundan kaynaklı, şu kullanım, şu "yazım kolaylığı" ya da şu "tesehhül" için mi?..🤔☺️ Ama Arapçada şu "Âhiret" kelimesinin, şu terim, yani şu "ıstılah" anlamı yanında şu "sözlük" anlamı da var ve şu Zât-ı Âlilerinizce mâlumunuzdur...😎 Şu "son günler" şeklinde şu güzel Türkçemize çevirebileciğimiz şu ايام الاخرة (Eyyâmu'l-Âhireti) istimâlinde olduğu gibi... Bu karışıklığı, hem de şu "mağlatayı" önlemek, hem de, şu sehve şu "münsedd" olmak adına onun da şu "Âhiret" şeklinde büyük harfle "mübtedâ" kılınması gerektiği ve bunun bir "zarûret" olduğunu mülâhaza ediyorum...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı