Dış mihraklar konusu gündeme geldiğinde beraberinde “ama Amerika istediği kadar dolar basabiliyor” cümlesini getiriyor.
Doğru, ABD istediği kadar dolar basabiliyor. Bu bilgi yanlış değil, ancak Türkiye de istediği kadar Türk lirası basabiliyor. Bu konuyu açıklığa kavuşturmak adına biraz ilgili tarihî ve ekonomi teorilerini birlikte irdeleyelim.
Türkiye’nin kamuoyu, paranın arkasında güvence olarak altın olduğu algısında. Yani ABD altın göstermeden istediği kadar dolar basabilirken Türkiye’nin Türk lirası basabilmek için altın gösterme ihtiyacı olduğu yönünde bir algı söz konusu. Öncelikle basitçe ifade edelim: Devletler para basarken, paraları karşılığında altın tutmak zorunda değil. Her devlet kendi parasını dilediği kadar basabilir. Ancak devletler bu para basımının olumlu veya olumsuz sonuçlarına katlanmak zorunda kalır.
1944’ün Temmuz’u, ABD’nin küçük bir kasabası olan Bretton Woods’ta 45 ülke, iki savaş arasında ekonomisi yıkılan ülkelerin onarılmasını kolaylaştıracak uluslar arası ticarî ve malî sistemin kurulması amacıyla toplandı. Yani toplantıda dünyanın parayı nasıl kullanacağını tartıştılar. Bretton Woods Sistemi dünyadaki para birimlerini dolara endeksliyordu. Dolar da altına endekslenmişti. ABD Merkez Bankası buna karşılık altın rezervi bulunduruyordu. Sistem, sabit kur modeline sahipti. Meselâ 1 dolar dalgalanma göstermeden 2 liraydı. Yani dalgalı kur sistemindeki gibi arz ve talebe göre otomatik denkleşme mekanizmasına sahip değildi. Ödemeler açık verdiğinde devlet paranın değerini düşürüyordu. Kurları ayarlıyordu.
Ancak 1970’lerde Petrol Krizi’nin yaptığı baskıyla 1971’te ABD, zora düşerek Bretton Woods’tan çekilir. Yani dünyadaki paralar ABD dolarına endeksli olmaktan kurtulur, ABD doları da altına endeksli olmaktan. 1973’ten sonra ülke paraları serbestçe fiyatlanmaya başlamış, çapraz kurlar oluşmuş, sermayenin serbest dolaşımı üzerindeki engeller azalmış, finansal hareketlilik artmıştı, ancak kur riski ortaya çıkmıştı. Dolar da dünyada en çok kullanılan para birimlerinin oluşturduğu sepete karşı değerini belirlemeye başlamıştı.
Dünya üzerinde kullandığımız paranın karşılığında ülkeler altın veya dolar göstermiyorlar. Ülkeler ancak ekonomik gücüne göre para basabilir. Eğer bir ülkenin ekonomik gücü zayıfsa ve haddinden fazla para basarsa, ülkede yüksek enflasyon meydana gelir. Nitekim Türkiye ekonomi tarihinde devlet tahvili borçlarını ödemek için para basan hükümetler her seferinde ciddî enflasyonla karşılaştılar.
Bir de para basmanın ABD örneğine bakalım. En yakın örnek 2008 krizinden. Piyasalar allak bullak olduktan sonra ABD çılgınlar gibi para basarak borçlarını ödedi. Sonuçta piyasadaki artan dolar yüzünden, dolar küresel olarak değerini kaybetti. Yani 1 dolar ile alınabilecek ürün miktarı ciddî oranda azalmıştı. Yani ABD istediği kadar para basmanın sonuçlarını yaşadı. Krizden dolayı ABD piyasaları genişletmek için bunu yapmak durumundaydı.
Devletlerin dilediği kadar kendi para birimlerini basabildiğini en başta ifade etmiştim. Ancak bütün bu hikâyeden sonra anlaşılmıştır ki hiçbir devlet para basarken sınırsız özgürlüğe sahip değildir. Bu devlet ABD olsa bile. Dünyanın şu anda kullandığı para teorisinin bir çok denklemi var. Bu denklemlere göre paranın değeri ve gücü şekillenir. Söz konusu devlet dünya devletlerinin kralı dahi olsa bu denklemleri yok sayamaz bunlar fizik kuralları gibi işler.
Aslında aynı zamanda bu yüzdendir ki devletler kendi paralarının piyasaya sürülmesini sıkı takip ederler başkalarının para basıp kalpazanlık yapmasına izin vermezler. Çünkü küresel piyasalara yüklü miktarda para girişi ülkenin ekonomisini ciddî anlamda tehdit etmektedir. Küresel transfer mekanizmalarıyla dünyadaki farklı paralar çok ciddî ve sıkı korunurlar ve bu sisteme küresel ticarete dahil olmak isteyen bütün devletler katılırlar.
Paranın gücü nereye dayandığı konusuna gelirsek son olarak, paranın gücü ülkenin gücüyle doğrudan alâkalı olup hükümet politikalarına ve Merkez Bankası’nın hareketlerine dayanıyor. Diğer devletlerin kendi ekonomilerinde yaptıkları ayar elbette diğer ülkeleri etkileyebilir. Ancak bu etkinin derecesi etkilenen ülkenin ne kadar kırılgan olduğuyla ilgilidir. Meselâ Almanya gibi bir devlet, ABD’nin politikaları karşısında kırılmaz. Belki çok minik dalganlanmalar yaşar.
Türkiye ekonomisi ne zaman zora düşse dış mihrakları suçlamak eylemi ekonominin mevcut zayıflığından daha zayıf bir harekettir. Türkiye ekonomisi ne zaman zora düşse “Ama Amerika istediği kadar dolar basabiliyor” deyip ABD’nin elinde böyle kurtarıcı bir silâh olduğunu zannetmek tek kelimeyle gülünçtür. Ekonominin gücü harici bir olay olmaktan çok dahili bir olaydır. Bir kişi daha çıkıp “ama dış mihraklar” derse, ben de soracağım: Bu ülkeyi dış mihrakların etkisine bu kadar açık hale kim getirdi?