Ekonomi ne zaman zora girse kim olduğunu bilmediğimiz “dış mihraklar” sürekli gündeme geliyor.
Öyle ya bir şeyin bilhassa kim veya ne olduğu bilinmeyince suçlaması da kolay oluyor. Eh kimse de kafasını yorup “Kim bunlar, bize ne yapabilir, bizden ne istiyorlar?” gibi soruları da aklına getirmiyor. Halbuki, ekonomimiz için suçlanan “dış mihraklar” denilen şey, aslında ekonomimizi etkileyen dış faktörlerdir. Olaya dram katıp, şeytanileştirmeye lüzum yok. Hangi ülke zora düşse, dışarıdan bir düşman uydurup, suçu ona yükleyerek vaziyeti muhafazaya çalışıyor. Çünkü bütün ülkeler biliyor ki halk, hükümetin büyük güçler karşısında hedef olduğunu ve bunlarla savaştığını düşünürse, destekçileri artar. Bu siyasî oyun elbette sadece Türkiye’ye has değil.
Öncelikle şunu belirtelim. Diğer ülkeler yani dış güçler küresel ekonomiyi etkileyecek hareketlerde bulunmazlar çünkü kendileri de o geminin içinde gidiyor. Herhangi bir ülkenin ekonomisinin zora düşmesi, küresel ekonomiyi olumsuz etkiler. Küresel ticarette bütün ülkelerin birbirleriyle bağlantısı olduğu için kimse ticarî partnerinin borçlarını ödeyemeyecek duruma gelmesini istemez. Aynı zamanda bütün ülkeler, bir ülkenin ekonomik olarak kalkınmamasının dünya üzerinde yeni ticarî pazarların açılmasının yavaşlattığının da farkında.
Bir örnekle durumu izah edelim. Afrika’daki gelişmemiş ülkeler ekonomilerini büyütmezse Almanya’dan araba alacak zenginliğe ulaşamaz. Böylece Almanya’nın potansiyel müşterileri azalmış olur ve Almanya daha az araba satar. Bunun sonucunda Alman ekonomisi daha yavaş büyür. Yani burada demek istediğim, herhangi bir ülke veya bir dış güç kendi ayağına mermi sıkmaz. O yüzden dış faktörlerin her fırsatta bizi tökezletmeye çalıştığını düşünmek çok da yerinde değil.
Ancak diğer ülkeleri etkileyecek bazı dış faktörler söz konusu. Dünyadaki diğer ülkelerin Merkez Bankası veya ekonomi politikaları zayıf ve dışa bağımlı ülkeleri ciddî anlamda etkileyebilir. Ancak burada anlaşılması gereken nokta bu ülkeler ekonomilerindeki ayarlamaları yaparken amaçlarının diğer ülkelere saldırmak olmadığıdır. Finansal piyasalara etkisi hızlı olan Merkez Bankası, sadece bizde olan bir kurum değil. Bütün ülkeler kendileri için ayarlamalar yapıyor. Küresel piyasaları en çok etkileyen Merkez Bankaları da ABD’nin Merkez Bankası FED; Avrupa Birliği’nin Merkez Bankası ECB. Bu iki kuruluş dolar ve euroyu yani küresel ekonomide en çok kullanılan para birimini yönettiği için aldıkları kararlar bütün dünyada bir dalgalanma oluşturuyor.
Dalgalanmadan en çok etkilenecek olan ülkeler, elbette ekonomisinde ciddî yaralar olan ülkelerdir. Bilhassa ekonomisi dışa bağımlı ülkeler. Türkiye ekonomisiyle dışa bağımlı bir ülke. Bu durum Türkiye’yi bağımlı olduğu ülkelerin kararlarına karşı savunmasız bırakıyor. FED, ABD ekonomisini güçlü tutmak için faiz arttırımına giderse meselâ, Türkiye’deki dolar da elbette FED’in eline kayacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin ekonomisi bir dalgalanma yaşayacaktır. Bu dalgalanmayla dövizin artması hiç de Türkiye’nin lehine bir durum değil. Çünkü Türkiye; ürettiğinden çok tüketiyor, ihracatından çok ithalat yapıyor.
Dış faktörlerin kendi ülkelerinin ekonomileri üzerinde ayarlamalar yaparken Türkiye’de dövizin değer kazanması domino taşı etkisinde. Çünkü hammaddeleri dövizle dışarıdan alıyoruz. Domino taşı bir kere devrildiğinde ikinci taş enflasyona vuruyor olacak. Enflasyon, Merkez Bankası kararlarına vurarak ülkedeki faiz oranlarını yükseltecek. Öbür taş piyasalara vurarak, sıcak paranın çekilmesine sebep olacak. Bunların hepsi birer sonuç. Sebebini ise karıştırmamak lâzım. Sebep dış faktörler değil, Türkiye’nin borçla ayakta duran tüketim ekonomisi. Gerekli reformlar yapılmadıkça, ekonomi iyi yönetilmedikçe, Türkiye başka ülkelerin kendi ekonomileri üzerindeki kararları altında ezilip durur. Dış mihraklar suçlanırken bir kez daha düşünmek gerekir hatanın nerede olduğunu. Üstüne bir de kötü bir siyasetiniz varsa ülkede, o da tuzu biberi olur bütün ekonominin üzerinde.