Günümüzde küresel düzeyde seyreden uluslararası ilişkilerde bazı dini cemaatlerin öne çıktıkları ve gidişatı yönlendirdikleri görülmektedir.
Bunların bazıları aktif (siyasi ve ekonomik alanda etkin) bazıları pasif (onarıcı, maneviyat alanında etkin) yöntemlerle siyasi ve dini düzlemlere nüfuz etmektedir. Bu manada Evanjelik Hristiyanlar, Yahudi Siyonistler, Müslüman Kardeşler aktif; Nur Talebeleri, Yehova Şahitleri, Katolik ve Ortodoks misyonerleri pasif yöntemleri kullanan cemaatlere örnek olarak verilebilir.
İkinci Dünya Savaşının yıkıcı sonuçları ile yüzleşen dünyada yeni inanç hareketleri de (New Age Beliefs) ortaya çıkmaya başlamıştır. Scientology Topluluğu, Hare Krishna, İlahi Işık Misyonu, Tanrının Çocukları ve Moon Tarikatı gibi topluluklar çağımızın karmaşıklığına, göreceliliğine ve bireyci-serbestiyetçi yapısına karşı olmakla öne çıkmaktadır. Bunların yanında Asya-Hint mistik geleneklerine dayalı inançlar ile Hz. İsa’nın (as) dönüşüne odaklanan topluluklar da insanları etkilemeye devam etmektedir.
Bütün bu grupların ortak noktalarından birisi “ahirzaman ve dünyanın sonu”na olan vurgularıdır. İnsanlık küresel bir “yıkım” olacağı “telaşı” içerisinde bir çıkış yolu aramaktadır. Öne çıkan bu ortak noktanın ise bazı sonuçlar doğurması beklenir. İslamiyet ve Hristiyanlık ile ekonomi, siyaset, felsefe ve bilim alanlarında çok etkili bir konuma gelmiş Yahudilik içinde bazı cemaatlerin ahirzamana dair birtakım yaklaşımları uluslararası ilişkileri, özellikle Ortadoğu’yu derinden etkilemektedir.
Eskatoloji; insan topluluklarında ortaya çıkan ahirzaman ve kıyamet inançlarını inceleyen ilim dalıdır. Dünyanın sonuyla ile ilgili öngörüler eskatoloji ile rasyonalize edilmektedir. İki dünya savaşı, komünizmin ortaya çıkışı, küreselleşme, teknolojinin hakimiyeti, küresel ısınma ve İsrail Devletinin kurulması son asrın önemli eskatolojik hadiselerine örnek olarak verilebilir. Üç asırdır devam eden materyalizm çağına rağmen hala semavi dinlerin ahirzamanla ilgili yaklaşımlarının günümüz dünyasını şekillendirmeye devam ettiğini söylemek mümkündür.
“Rabb’in İsrail’le olan ahdinin devam ettiği, Hz. İsa Mesih’in (as) semadan inerek Deccalla savaşacağı, Şeytanın insanlıkla mücadelesinin (Gog Magog) devam ettiği, inananlarla Deccal arasındaki mücadelenin Ortadoğu’da çıkacak büyük ve kanlı bir savaşla doruğa çıkacağı (Melhame-i Kübra veya Armegeddon), bu savaş sonunda Şeytanın yenileceği, ardından bir saadet devrinin başlayacağı” gibi yorumlar semavi dinlerde nüanslarıyla beraber yer bulmaktadır. Özellikle Evanjelik yorum ve Siyonist yaklaşım burada dikkat çekmektedir.
Evanjelik yoruma göre Allah (cc) tarihin belirli dönemlerinde (dispensasyon) insanlığa çeşitli sorumluluklar yüklemiştir. Bizler son dönem olan yedinci dispensasyonun, Milenyum Çağının eşiğindeyiz. Hz. Âdem’le (as) Nuh (as) arasında Masumiyet ve Bilinç Dönemi, Hz. Nuh zamanında Yönetim Dönemi yaşanmış; Allah (cc) Ahit Çağı’nda da Hz. İbrahim nezdinde bir millet ile (İsrailoğulları) anlaşmıştır. Hz. Musa ile başlayan ‘Şeriat Dönemi’nde insanlığın (İsrailoğullarının) vazifesi ‘Şeriata Uymak’tır. Hz, İsa’nın (as) nüzulü ile Rabbin insanlığa müdahalesi sona ermiş, yeni sorumluluk İsa Mesih’e uymak olarak değişmiştir (Lütuf ya da Kilise Çağı). Bu dönem İsa Mesih’in (as) ikinci gelişi ile sona erecek ve Milenyum Çağı başlayacaktır. İkinci geliş ile binyıllık krallık kurulacak ve İsa Mesih (as) bizzat dünya işlerini yönetecektir. Görüleceği üzere Kitab-ı Mukaddes’in İsrailoğulları bağlamında yorumlanmasıyla Yahudiler, Hristiyanlar için çok önemli bir hale gelmektedir. İsrail Devletinin kurulması ve 1967’de sınırlarını genişletmesi Tanrının Yahudilere olan vaadinin gerçekleşmeye başladığı, dolayısıyla İsa Mesih’in gelişinin yaklaştığı şeklinde değerlendirilmektedir.
Ortadoğu’da günümüzde olanlar ile yakın gelecekte olacak hadiseleri anlamak için Körfez Savaşını ve Irak’ın işgalini düşünmek aydınlatıcı olabilir. İşgalin gerekçesi demokrasinin bölgeye getirilmesi olarak sunulsa da ekonomik arkaplanda petrol ve enerji kaynaklarına hükmetmenin yattığı söylenmekteydi. Burada insani gerekçeler Amerikan halkını ikna etmek için kullanılmakta, ekonomik gerekçeler ise uluslararası işleyen güç mekanizmasının tabii bir sonucu olarak sunulmaktadır. Ancak, meselenin bir de inançla ilgili tarafı bulunmaktadır. AB’nin Türkiye’yi esasında dini gerekçelerle içine dahil edemeyişine benzer şekilde Ortadoğu’nun şekillendirilmesi için yapılan operasyonların da esas gerekçesi ne demokrasi ne ekonomidir. Arkaplanda, Yahudilerin ve Hristiyanların önemli bir kısmının bu toprakların Yahudilere vadedilmiş olduğuna inanıyor olmasıdır. Osmanlının son döneminde İngiltere eliyle gerçekleştirilen Yahudilerin Filistin’e yerleştirilme planı, İkinci Dğnya Savaşı sonrasında inisiyatifi ele geçiren Amerika’da Evanjelik Hristiyanlar ve Yahudi Siyonistler tarafından yürütülmeye devam etmektedir. Burada her iki kesim için Rabb’in vaadinin yerine getirilmesi farklı açılardan önem arz etmektedir.
Evanjelikler, İsa Mesih’in (as) Şeytan ve Deccalla Filistin ve çevresinde yapacağı savaşın, yani Armageddon’un başlaması için Yahudilere destek vermektedir. Ancak bu desteklerinin sebebi İsa Mesih’in inmesi için Armageddon’u başlatmaktır. Böylece Tanrının Krallığının kuruluşu başlayacaktır. Atanmış Kral olan Mesih, ona tabi olanlar ve meleklerden oluşan semavi ordular savaşın bir tarafında, İsrail'in başı çektiği dünya kralları da diğer tarafta olacaktır. Bu savaşın başlaması için İsrail devletinin kurulması ve Ortadoğu’da büyük savaşı başlatması gerekmektedir.
Siyonist Yahudiler ise Armegeddon Savaşında kazanacakları zafer ile gerçek Mesih’in kendilerine ineceğine, Yahudilerin Kralı olacağına, Süleyman Tapınağını inşa edeceğine, Vaadedilmiş Topraklarda büyük Yahudi Krallığını kuracağına inanmaktadır. Birbirleriyle müttefikmiş gibi görünen iki topluluğun esasında inançları için beraber hareket eder göründükleri ve bu müttefikliğin sonunda birisinin diğerini yok etmeyi -inançları gereği- düşündükleri görülmektedir.
Yıllardır Evanjeliklerin ve Siyonistlerin manipülasyonuna uğrayan Amerikan yönetimlerinin, rasyonel olmamasına karşın İsrail’e destek vermeleri; ancak Evanjelik kısmın ağır bastığı dönemlerde dünyanın diğer tüm noktalarında, Ukrayna’da, Avrupa’da, Kanada’da, Çin’de ve Rusya’da Yahudi Siyonistlerin planlarını bozmaya çalışmaları; dünyanın diğer yerlerindeki savaşları sona erdirmeye çabalamalarına karşın özellikle Ortadoğu’da İsrail’in yaptıklarına göz yummaları dikkat çekicidir ve bunun -söylendiği gibi- tarihsel bir arkaplanı vardır.
Öte yandan, dünyada dinsizliği, anarşiyi ve komünizmi hâkim kılmaya çabalayan Büyük Deccalın dünyada faaliyet gösteren komiteleri karşısında Müslümanların, Hristiyan kesimlerle aradaki niza sebeplerini bir kenara koyup, tarihi ve dini bir geçmişi olan ve artık kaçınılmaz hale gelmiş Ortadoğu’daki savaşın etkilerinin sınırlı kalması ve Deccalın temel felsefesi olan İnkâr-ı Uluhiyetin ortadan kaldırılması için hakiki dindar İsevilerle maddi ve manevi ittifak etmeleri kaçınılmaz bir hal almaya başlamıştır. Hadis-i Şerifler’de kıyamet alametleri arasında sayılan Melhame-i Kübra belki de İncil-i Şerifte bahsi geçen Armageddon’dur veya Üçüncü Dünya Savaşıdır. Ne olursa olsun Müslüman dünyanın uluslararası ilişkilerde ve özellikle Ortadoğu’da konjonktürün ötesine geçip, devletlerarası münasebetin üstüne çıkıp, Hadis-i Şerifleri doğru şekilde yorumlamaya başlaması ve hazırlıklı olması elzemdir.