(Kimilerine göre) RAND Corporation tarafından hazırlanarak (2004) Bush yönetimine sunulan, hedefi İslâm dünyasının önemli merkezlerinin ve periferisinin ABD tarafından nasıl kontrol altına alınabileceğini göstermek olan “Sivil Demokratik İslâm: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler” başlıklı rapor büyük bir proje hâline gelmiş, şimdilerde kamuoyunda Büyük Ortadoğu Projesi olarak tanınmaktadır.
Belli ki 11 Eylül’ü planlayanlar tarafından raporun taslak çalışmaları yapılmış ve Amerikan Yönetimine (özellikle İsrail’in hedeflerine kilitlenmek konusunda) bir projeksiyon sunmak üzere 2004’te iletilmiştir. Bugün biz Müslüman halklar bir bakıma bu raporun bazı sonuçlarıyla yüzleşiyoruz. Raporla ilgili yapılan yorum ve haberlerde Türkiye’nin “model(!)” olarak dizayn edilecek hedef ülke seçildiği, bu konuda ABD’nin önündeki engellerin ülkedeki Kemalist kesim ile Milliyetçi unsurlar olduğu belirtildiği söylenmektedir. Yaşanan olaylar, raporun bir komplo teorisinden veya fikir jimnastiğinden öte işlevlerinin olduğunu göstermektedir.
Raporun hedefleri ile ülkemizde yaşananlar düşünüldüğünde, Türkiye’nin hem AB’den uzaklaştırılması hem de BOP’a uygun bir forma sokulması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Nitekim, öncelikle 2005 yılında başlayan AB’ye katılım müzakerelerinin 2008 yılından itibaren giderek yavaşladığı ve 2016’da fiilen durduğu, Haziran 2018’de müzakerelerin AB Konseyi tarafından askıya alındığını görmekteyiz.
Bu sürece ilaveten 2009 yılında Muhsin Yazıcıoğlu’nun şüpheli ölümü, 2013 Mayıs ayında ortaya çıkan Gezi Parkı Olayları, 17-25 Aralık Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonları, 2014’te MİT’e ait olduğu iddia edilen TIR’ların durdurulması gibi hadiseler Türkiye’de yerleşik yönetim sisteminin ve erklerinin BOP’a uygun hale getirilmesinin istendiğini göstermektedir.
2016’da gerçekleşen 15 Temmuz Olayı ise BOP’un önündeki engeller olarak görülen Milliyetçi ve Ulusalcı Kemalistlerin yönetime fiilen ortak olmalarıyla Türkiye’yi yeni bir konuma itti. Türkiye NATO’dan ve AB’den hızla uzaklaşmaya başladı, Rusya gibi tarihinde devamlı gerginlik yaşadığı pek çok aktörle beraber çalışmaya başladı, en önemli ve dikkat çekici durum ise iç siyasette gerçekleşti, Türk siyasetinin temel dört kanadından üçünü oluşturan Siyasal İslâmcılar, Milliyetçiler ve Kemalistler birlikte çalışmaya başladı. 15 Temmuz’un yenilen tarafı olarak görülenler şiddetle dışlandı, cezalandırıldı; yurtdışına giden ve zaten orada bulunanlar da siyasetli bir cemaatin geleceği noktaya, giderek radikalleşerek saldırgan bir hâl almaya başladı.
Bugün Türkiye’nin özellikle ekonomik ve sosyal alanda büyük bir saldırı altında olduğunu görmemek mümkün değildir. Kemalizm bir kez daha bu saldırılara karşı koymak için sığınılacak bir liman olarak sunulur oldu. Türkiye halkı, bugünlerde BOP’u kurgulayanlar ile Kemalizm’in parlak yıllarına dönmek isteyenlerin mücadelesini seyrederken şaşkın bir durumdadır. Nur Talebeleri açısından durum dramatik bir şekilde seyretmektedir. 15 Temmuz hadisesi siyasî bakış açısından ayrışmış kesimler arasındaki sınırları daha bir kalınlaştırmış, gerginliği daha bir artırmıştır; ancak her iki tarafın da “iman hizmeti” açısından büyük bir daralma yaşadıkları görülmektedir. Bu daralmanın en belirgin sebebi siyasî alanda fazlaca enerji harcamakla izah edilebilir. Halbuki iman hizmetinde ne hükumete karşı bir cephe açmış gibi muhalif bir unsur hâline gelmek ne de hükumetin yanlışlarını da sahiplenecek kadar tarafgirane vaziyet almak yoktur. Risale-i Nur talebelerinin tarafgir veya muhalif olacak bir duruma düşmemeye özen göstermek ve en önemli dava olan iman hakikatlerini çağın gereklerine uygun yöntemler, araçlar ve usullerle gerçekleştirmeye devam etmek gibi devasa bir vazifelerinin olduğu hatırlanmalıdır.
İsrail’in Filistin’i açıkça işgal etmek için başlattığı savaşın o bölgede kalmayacağı açık şekilde görülmektedir. Hem Lübnan hem İran bu savaşa dahil edilmek istenirken Türkiye ise şimdilik istikrarsızlaştırma operasyonlarının sıklaştırılmasıyla yüzleşmeye devam etmektedir. 15 Temmuz sonrası oluşan Kemalist-Milliyetçi-Siyasal İslâmcı fiilî koalisyon hükumetine diz çöktürmek için konvansiyonel haber kanallarında ve sosyal medyada halkın moral ve motivasyonunu düşürecek asimetrik yayınların yapılması, ekonomi, finans ve savunma alanında ülkenin zayıflatılarak manevra alanının daraltılması, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi gibi lokasyonlarda askerî yığınak yapılarak Türkiye’nin izole edilmesi bunlardan bazılarıdır. Şimdi, hâl böyle iken, Nur talebelerinin yüzleşmeleri gereken bir durum vardır: Ya hükumet edenleri sürekli eleştiren defakto bir muhalefet olmaya devam etmek veya onlara tam destek veren taraftarlar olmakla parçalanmışlığın devamını sağlayacaklar (ki bu ise esas meslekleri olan imana hizmet işinin sürekli daralması demek olacaktır) ya da bundan vaz geçip asimetrik savaşın esas hedefi olan insanlara, kendi hizmetlerinin temel coğrafyasına yönelerek on yıllardır devam eden “büyük daralma”dan kurtulmaya çalışacaklardır. Bediüzzaman’ın İkinci Dünya Savaşı’na karşı kayıtsızlığı ve iman hizmeti’ne yaptığı vurgu, bu daralmadan çıkış yolunu göstermektedir.