“Fitneler etrafı sardığı bir zamanda ibadete yönelen bir kimse sanki bana hicret etmiş gibidir.”1
Aslında İslâm adına yapılan bütün hizmetler ve yolculuklar, günümüz Müslümanlarına hicret sevabı kazandırdığına dair çok rivayetler vardır.
Abdullah bin Ömer’in (ra) bir rivayeti de; kendi anayurtlarından uzaklarda, dünyanın çeşitli ülkelerinde mekân tutan ve oraların şartları elverdiği ölçüde İslâm’ı yaşamaya çalışan Müslümanları yakından ilgilendiriyor.
Rivayet şöyledir:
“Resûlullah (asm) şöyle buyurdular: ‘İslâm garip başladı, başladığı gibi garip olacaktır. O gariplere ne mutlu!’ Soruldu ki: ‘Yâ Resûlallah, o garipler kimlerdir?’
Şöyle cevap verdiler: ‘Kabilelerinden, yurtlarından ayrılanlardır.”2
Müjde yüklü bir hadis-i şerif de şöyledir: “Her kim diniyle bir yerden bir yere hicret ederse, gittiği yer bir karış yer de olsa, Cennet’te İbrahim ve Muhammed (asm) onun arkadaşı olur.”3
“Asıl muhacir, Allah’ın nehyettiği şeyleri terk edendir.”4
7 Temmuz 2024 Pazar gününden beri, Hicrî 1446 yılına girmiş bulunuyoruz. Hicrî takvimin başlangıcı olarak, Aleyhissalâtü Vesselâm Efendimiz’in hicreti esas alınmakla beraber hicrette süreklilik vardır.
Abdullah İbni Amr İbni’l Âs (ra)’dan rivayet olunur ki, Nebî (asm) şöyle buyurdu: “Hicret iki türlüdür. Birincisi, kötülüklerden hicret; diğeri, Allah ve Resûlü’ne hicrettir. Hicret, tevbe kabul olunduğu sürece sona ermez. Tevbe de güneş batıdan doğuncaya kadar makbûldür..”
Geniş ve kapsamlı mânası itibariyle, enfüsî ve afakî, her zaman ve her mekânda hicret cereyan eder.
Esfelessâfilîne düşmeye ve âlây-ı İlliyyine yükselmeye müsait ve müstaid yaratılan insanın, insaniyet seyrindeki tedenniyat ve terakkiyatında da “hicretler” vardır.
İlim ve tefekkürdeki yükselişler ve “intikaller” de bir nevî hicrettirler.
Üstâd Bediüzzaman’ın Birinci Saîd’den İkinci Saîd’e ve İkinci Saîd’den Üçüncü Saîd’e intikali de ulvî, fikrî ve manevî hicretlerdir, denilebilir..
Küfür ve şirk diyarından İslâm diyarına yapılan göçler gibi; korku ve dehşet ortamından emniyet ve güven ortamına kaçışlar da “hicret” kavramına dahildirler.
Afganistan’dan, Suriye’den, Irak’tan ve terör ortamlarından zaman zaman kaçanlar gibi..
Avrupa’da yaşayan Müslümanlara gelince; Avrupa’nın asıl yerlisi olmayan herkes, Avrupalı nazarında “göçmen”dir. Yani “muhacir”! Bu muhacirlerin hemen tamamı, farklı sebeplerin tahrikiyle; hayat şartları, geçim meselesi, meslekî kariyer, eğitim, evlilik, akrabalık bağları, aile birleşimi vesaire derken kendilerini burada bulmuşlardır. Çoğunun düşünmeye ve niyet etmeye vakitleri bile olmamıştır.
TASHÎH-İ NİYET
Niyet önemlidir. Zira “ameller niyetlere göredir”. Aslolan da Müslümanların Avrupa’daki yaşayış tarzıdır. İslâma uygun bir hayat modelini benimseyenler, iman ve İslâm’ın gereklerini ifade ve yaşayışlarıyla ortaya koyanlar, ister istemez kendilerini İ’lây-ı Kelimetullah vazifesi içinde bulmuş oluyorlar.
Buraya geliş niyetleri ne olursa olsun, cemaat şuuru ve birliktelik sırrıyla dinî vecibelerini îfa etmeye ve manevî sorumluluklarını idrak etmeye çalıştıkları ve “tashîh-i niyet” ettikleri takdirde, hâdisin müjdesine mazhar olurlar, inşaallah.
Yani: “Buraya geliş sebebim ne olursa olsun, Allah’ın rızasına uygun yaşamak ve bu yolda gayret sarfetmek asıl vazifem olmalıdır. Demek ki, beni benden daha iyi bilen Bir’i beni bu yola sevk etmiştir, ben farkında olmadan üzerime hayırlı vazifeler yüklemiştir. Öyleyse buna liyâkatımı göstermeliyim.”
İşte bu “tashih-i niyet” dahi bir yöneliştir; gafletten uyanışa, dünyevîlikten uhrevîliğe, maddeden mânaya bir hicrettir.
Hicrî 1446’nın İslâm ve insanlık dünyasına hayırlar getirmesi duâsıyla hicrî yeni yılınızı tebrik ediyoruz.
Dipnotlar:
1- bkz. Tirmizî, Fiten, 31/2201;
İbn-i Mâce, Fiten, 14.
2- el-Cami‘ li Ahkâmil-Kur’ân IV.
3- Keşşaf ve Kurtubi Tefsiri
4-Müslim