Menkıbe, sözlükte “övünülecek güzel iş, hareket” mânasına gelir.
Evliya menkıbeleri masal, efsane ve destan gibi olağanüstü olayların anlatıldığı edebî türler içinde değerlendirilmekle birlikte konularının gerçek velîler olması; bunların yaşadıkları zaman ve mekânın bilinmesi, anlatılan olayın gerçek olduğuna inanılması, sade bir üslûpla yazılmış olmaları itibariyle diğer türlerden ayrılır.1
Okunup dinlenerek geçmişten bugüne kadar intikal eden menkıbelere inanmanın hiçbir zararı olmamakla beraber; akıl ve mantık süzgecine ihtiyaç duyulmadan, gaybe iman ve maneviyat çerçevesinde manevî zevk ve feyze de medar olabilmektedir.
Ukalâ-yi mecânînden (deli görünüşlü akıllılardan) olan Behlûl-ü Dânâ (Behlûl-ü Dîvâne), Sultânü’l-Meczûbîn ve Abbasî Halifesi Harun Reşid ile olan münasebeti dolayısıyla Behlûl er-Reşîd diye de anılır.2
İşte buyurun, hissemizin ziyade olmasını dilediğimiz iki kıssa:
Evliyâdan Behlûl-ü Dânâ, bir gün Halife Harun Reşid ile karşılaşır. Hükümdar Harun Reşid, ona:
“Ey Behlûl! Nereden geliyorsun böyle?” diye sorar.
O, hiç düşünmeden: “Cehennemden geliyorum” cevabını verir.
Harun Reşid, şaşırarak tekrar sorar: “Ne işin vardı orada?”
Behlûl-ü Dânâ anlatır: “Efendim, ateş lâzım olmuştu. Cehenneme gideyim de biraz isteyeyim dedim. Fakat oradaki memur bana ‘Burada ateş yoktur’ dedi.”
“Nasıl olur, Cehennem ateş yeri değil mi?” diye sorunca:
“Evet; gerçekten burada ateş yoktur. Her gelen, ateşini dünyadan getirir” cevabını verdi.
Dehşete kapılan Harun Reşid büyük bir üzüntüyle sordu:
“Behlûl! Ne yapayım ki, oraya ateş götürmeyeyim?”
Behlûl-ü Dânâ, hızla uzaklaşırken haykırdı: “Adâlet! Adâlet! Adâlet!”
HAKK’A MEYLETMEK
Behlûl-ü Dânâ Hazretleri, yol üzerindeki bir vîrânenin yıkılmak üzere olan eğilmiş duvarına bakıp sık sık âkıbetini tefekkür ederdi. Yine bir gün derin bir tefekkürle orayı seyrederken duvar âniden çöküverdi. Bu hâdise Behlûl-ü Dânâ’da gözle görülür derecede büyük bir sürûra vesîle oldu. Onun bu büyük sevincine mânâ veremeyen insanlar, merakla ondaki bu değişikliğin sebebini sordular.
Behlûl-ü Dânâ Hazretleri onlara şu cevabı verdi:
“Duvar meyilli olduğu tarafa yıkıldı!”
Hazretin az evvelki sevincine bir türlü akıl erdiremeyen insanlar, Behlûl-ü Dânâ’nın bu sözleriyle iyice şaşkınlaştılar. Bu ifadelerle onun neyi kastettiğini anlayamadılar.
“Peki, bunda şaşılacak ne var?” diye sordular.
O ise insanlara, derin tefekkürünün bir neticesi olan şu hikmetli cevabı verdi: “Mademki dünyadaki her şey nihâyetinde meylettiği tarafa yıkılıyor, benim de meylim Hakk’a doğrudur, o hâlde ben de ölünce -inşâallah- Hakk’a varırım. Ey ahâlî, rükû ve secdelerimizle Hakk’a meylimizi her an artırmaya gayret edelim ki, başka yönlere yıkılmayalım!”
Dipnotlar:
1-Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler, s. 34.
2-Bkz. Diyanet İslam Ansiklopedisi, Behlûl-ü Dânâ md.