Duayen gazeteci, edebiyatçı yazar merhum Ahmet Kabaklı’nın; hilâfetin kaldırılması ile ilgili 15.08.1990 tarihli ilginç bir yazısı e-mail adresime iletildi.
Burada ilginç olan hilâfetin kaldırılması meselesi değil. Cumhuriyetin ilânına kadar, önce saltanatın, daha sonra da hilâfetin kaldırıldığı tarihe mal olmuş hadiselerdir. Bunun üzerinde duracak değiliz. Merhum Kabaklı’nın bu yazısında asıl dikkat çekici olan Diyanet teşkilatının bu meseledeki rolüdür. Diyanetin bu meselede üstlendiği role bakarak; o günden bugüne devlet-diyanet ilişkisinin devamı hususunda gerçekçi bir olguya sahip olmak mümkündür.
*
M. Kemal Paşa’nın has adamlarından Falih Rıfkı Atay, hilâfetin kaldırılması kararının alınışının şahidi olarak şunları anlatmaktadır:
“Atatürk, o akşam biz devrimcileri sofraya çağırdı. Yemeğin bitimine doğru, ‘Çocuklar, yarın hilâfeti kaldırıyoruz’ dedi. Çılgınca alkışladık, sevinç içinde ‘Bunu sizden başkası yapamaz Paşam!’” dedik.
“Peki öyleyse, dedi Atatürk. ‘Geçin öbür odaya, yazın bir takrir. Ben onu hocalara imzalatayım. Yani Hilâfetin kalkmasını hocalar istemiş olsun.’ Geçtik yazdık. Sabah Atatürk, eliyle Meclis’e getirdi, odasına çıktı. Hocaların kendi aralarında toplanarak, bu ‘Hilâfeti ilga takriri’ne ateş püskürdüklerini Atatürk’e biz haber verdik.”
“Hocalar aşağıda hâlâ bağırışıp çağırıyorlardı. Gazi, bunun üzerine öfkelenerek:
‘Çağırın bana aşağıdan Rıfat Hoca’yı!’ dedi.
Çağırdılar. Hoca hem öfkeli, hem sıkılgandı.
M. Kemal onun yüzüne bile bakmaksızın: ‘Hoca şu takriri imza et’ dedi.
‘Ama paşam, Hilâfetin ilgası gibi ciddî bir konuda, müzakere filân olmaksızın… Sonra biz, din adamları bunu ister mi?..’
‘Hoca imza et dedim, keyfini bozarım sonra...’”
“O günlerde İstiklâl Mahkemeleri, her gün birçok kişiyi sallandırmakta zaten…
Sonradan Diyanet İşleri Başkanı olan Rıfat [Börekçi] Hoca biraz yutkundu, ama mecburen imzaladı.”
“Üzgün, öfkeli bir hâlde aşağı inince hocalar etrafını sardılar. Onun; ‘Şöyle bağırdı, böyle zor kullandı’ demesine vakit bırakmadan:
‘Neee? Yoksa takriri imzaladın mı?’ diye bağırdılar.
Hoca: ‘Canım, imza değil de, ne yaparsın! Şöyle bir “b…tan” Rıfat attık işte.’”
Bu anekdotu nakleden Ahmet Kabaklı 15 Ağustos 1990 tarihli Tercüman’daki köşesinde şu ilâveyi ve yorumu yapmaktadır:
“Falih Rıfkı, bu olayı kahkahalarla anlatırken: ‘Bu mürteci heriflere, ne demokrasisi be! Dermiş. Nitekim öbür mebus hocalar da birer birer Gazi’nin odasına çıkarak, Hilâfeti kaldıran o takrire ‘b…tan’ imzalarını attılar.”
Unutulmaması gereken nokta:
Bu hocalar da Falih Rıfkı gibi “devrimci” de, tayinle gelmiş olan 2. TBMM’nin mebusları idi. Tayinle gelen milletvekilleri ancak o kadar demokrasi yapabilirler.
Şimdi milletvekiline “İmza et. Yoksa keyfini bozarım!” diyen birisine demokrat denilebilir mi?
Devrimci mahkemelerinin düzinelerle adam astığı bir vasattan istifade ile kafasındakileri gerçekleştirmeye çalışana Cumhuriyetçi denilebilir mi?
Şu “keyfini bozarım” tehdidi, o devirdeki cumhuriyetin ne biçim bir cumhuriyet olduğunu ortaya koymaya kâfidir.
Kaynaklar:
3 Mart 1924 hilâfetin kaldırılması Ahmet Kabaklı, Tercüman gazetesi. 15.08.1990 http://tr.wikipedia.org/wiki/Ahmet_Kabaklı
Mustafa Kemal Paşa’nın yakın arkadaşı Falih Rıfkı Atay