Geçen hafta, Külliyat’ta geçen uzun cümlelere bir örnek vermiştik. Külliyat’tan ikinci bir örnek olarak şu cümleyi de buraya almalıyız:
“Salisen hiç mümkün müdür ki kendi kemalâtını ve kudret ve rububiyetini izhar etmek için bu kâinatı bütün zerrat ve seyyarat ve ecza ve tabakatıyla halk edip kemal-i hikmetle her birisini bir vazife ile, belki çok vazifelerle mütemadiyen çalıştıran ve sermedî hadsiz cilve-i esmasını göstermek için kafile kafile arkasında belki seyyar müteceddid dünya arkasında ve mahlûkat taifelerini bu misafirhane-i âleme ve hayat-ı dünyeviye meydan-ı imtihanına gönderip âlem-i misalde kurulan uhrevî sinemalar ve berzahî fotoğraflarla suretlerini ve amellerini ve vaziyetlerini alarak onları terhisten sonra başka taife ve kafile ve seyyal ve seyyar bir nevi dünyaları o meydana vazifeler ve cilve-i esmasına âyineler olmak için gönderen bir Sâni-i Zülcelâl bir Hâlık-ı Zülcemal ve bir Allah-ı Zülkemal bu fânî dünyada şuur ve akıl ile o Hâlık’ın bütün maksatlarına karşı mukabele eden ve bütün istidadıyla o Hâlık’ı sevip sevdirip, tanıyıp tanıttırıp, hadsiz dualarla beka-yı ahiret saadetini yalvaran ve akıl sebebiyle nihayetsiz elemler aldığından bütün fıtratı ve ruhu ve istidadı ile aynı lezzet olan hayat-ı bâkiyeyi isteyen bu nevi insan için bir dâr-ı mükafat ve mücazat bir haşir neşir olmasın?”1
Yüz yetmiş dört kelime uzunluğunda olan bu cümle, Allah’ın kemalât ve rububiyetini anlatırken, kurulan cümleciklerle yapılan isim ve sıfat talimi yanı sıra gözlem ve incelemeyle beraber psikolojik tahliller yapılır ama hepsi bir cümlede.
Uzun ama ilginç cümleler
Kolay gözüken ama benzerinin söylenmesi zor olan söze sehl-i mümteni denir. Bu zaviyeden bakıldığında Risale-i Nur’da öylesine hayret veren cümleler var ki insanı takdire sevk eder. O ifadeler; muhtevasındaki akıcılık, ibretlik, düşünceyi yönlendirme gibi özellikleri, kendisindeki uzun cümle olmayı kolay ve anlaşılır hâle getiriyor.
İki misal
“Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer manidar nevaz…”2
“Evet, Kur’ân, bu kâinat Hâlık-ı Zülcelâl’inin kelâmı olarak rububiyetinin mertebe-i a’zamından çıkarak, umum mertebeler üstüne gelerek, o mertebelere çıkanları irşad ederek, yetmiş bin perdelerden geçerek, o perdelere bakıp tenvir ederek, fehim ve zekâca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek, kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzuliyetle manalarını ortaya saçmış olduğu hâlde, kemâl-i şebabetinden, gençliğinden zerre kadar zayi etmeyerek, gayet taravette, nihayet letafette kalarak, gayet suhuletli bir tarzda, sehl-i mümteni bir surette, her âmîye anlayışlı ders verdiği gibi, aynı derste, aynı sözlerle, fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebayin pek çok tabakalara dahi ders verip ikna eden, işba eden bir kitab-ı mu’ciznümanın hangi tarafına dikkat edilse, elbette bir lem’a-i i’câz görülebilir.”3
Dipnotlar:
1- Şualar, s. 640.
2- Sözler, s. 831.
3- Age., s. 438.