"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Peki, ya şimdi ne olacak?

Mehmet AYNACI
02 Şubat 2025, Pazar
Göç, insanlık tarihinde her zaman meydana gelmiş hadiselerden bir tanesidir.

Kimi insanlar için ekonomik sebepler, kimi insanlar için farklı kültürleri tanımak motivasyon kaynağı olmuşken, çoğunlukla zorunlu göç söz konusudur (genellikle savaşlar ya da iç karışıklıklar gibi sebeplerle).

Kelime anlamına bakıldığında, siyasal, toplumsal ya da ekonomik nedenlerle bireylerin ya da toplulukların bulundukları yerleşim yerini terk ederek başka bir yere ya da başka bir ülkeye gitme eylemi olarak tanımlanır.

Türkiye'nin yakın tarihine baktığımızda, en çok dikkat çeken göç hikâyelerinden biri, 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa'ya, özellikle Almanya'ya yapılan göçtür.

O dönemde, 2. Dünya Savaşı'nın ardından sıfırdan başlamak zorunda kalan bir ülkedir Almanya. 1960 yılında başlayan göç hareketi ile Almanya 825.383 kişiyi işçi olarak ülkeye almıştır.

Almanyaya ilk gelenlerle bugün konuştuğumuzda, ana hedeflerinin ailelerinin geleceğini teminat altına alıp geri dönmek olduğu söylenir. Ancak çoğu zaman bu böyle olmamış, bir bavul ile gelenler, tabutlarıyla geri dönmüş. Arkalarında bıraktıkları ise, inşallah hayırlı nesiller olmuştur.

Bu durumu tahlil ettiğimizde, ilk gelenlerin ana hedefinin ve gayesinin ekonomik olduğu görülüyor. Peki, gelmeyenlere baktığımızda? Bizi de yakından ilgilendiren, Suriye iç savaşından dolayı neredeyse tüm dünyaya dağılan, ülkelerini terk eden bir halk…

Yaklaşık 10 yıl önce başlayan bu zorunlu göçün istatistiklerine göz attığımızda, sadece Almanya'ya yaklaşık 700.000 insanın yardım için göç ettiğini görmekteyiz. Dünya genelinde, hem Suriye'den, hem de yardıma muhtaç diğer ülkelerden göç edenleri en çok sahiplenen ve kapılarını açan ülkelerin başında Türkiye geliyor.

Belki bu sayılar daha da yüksek olabilirdi, ancak herkes kaçamadı (ya maddî durumları elverişli değildi ya da sınırlara takıldılar, vb.). Kaçamayanların çoğunun akıbeti, sosyal medyada yayılan görüntüler ve kaçabilenlerin anlattığı ibretlik hikâyelerle öğrenilebiliyor.

Peki, dünyanın neresine gidersek gidelim, "Dünyanın en misafirperver ülkesi kimdir?" diye sorduğumuzda, çoğu zaman Türkiye (bazılarına göre Osmanlı torunları ve Müslümanlar) cevabını alırız.

Peki, bu duruma düşüp yerinden yurdundan, yani resmen hayatından ayrılıp, bilmediği bir yere gelenlere nasıl davranıldı ve neler söylendi? Şu anda birçok kişi üzgün ve pişman, ancak son pişmanlık bir şeye yarar mı?

Tabiî ki, gelenlerin arasında kolayca uyum sağlayamayacak durumda olanlar da vardı. Burada, onları sisteme adapte etmeleri gerekenlere büyük bir sorumluluk düşüyordu; fakat biraz geç kalındı ve gereken programlar ile uygulamalar devreye sokulamadı.

Avrupa ülkelerinden örnek alarak pek çok problemi ortadan kaldırabilir ve bu insanların uyum sürecini hızlandırabilirdik. Örneğin, Avrupalılar, ülkelerine gelenleri uyum programlarına alıyor ve en önemlisi dil kurslarına katılmalarını sağlayarak entegrasyonlarını kolaylaştırmak için devlet imkanlarını seferber ediyorlar.

Hadi diyelim ki, zorunlu göçle başta Suriye olmak üzere ülkemize gelenler, "Bizim insanımız değil" denilerek kabul edilmekte zorlanmış ve bu şekilde davranılmıştır. (Halbuki, Bediüzzaman Said Nursî eserlerinde bir, birleri sıralarken, ırktan, milletten bahsetmiyor. Meseleye ümmet olma noktasından bakıyor) Peki, yıllarca gurbette yaşayan, ülkesine destek olmak için yılda en az bir kez izin yapıp döviz getiren ve yatırım yapan insanlarımız neden böyle yabancıymış gibi davranılmaktadır?

İçtimaî hayatta durumlar giderek kötüye gitmektedir. Yıllarca örnek olduğumuz misafirperverliğin en güzel örneklerinden birini, geçen yaz Almanya'da düzenlenen Avrupa futbol şampiyonasında yaşadık.

Dünyanın dört bir yanından gelen taraftarlar (Türkiye'den gelenler de dahil) burada yaşayan "gurbetçiler" ile birlikte kendilerini âdeta Türkiye'de gibi hissettiler. Çok geç olmadan değerlerimize sahip çıkıp, kim olduğumuzu hatırlayıp gaflet uykusundan uyanmamız gerekiyor.

Vesselâm…

Okunma Sayısı: 228
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı