Aşı mevzusunun 1. yıl dönümünde geldiğimiz nokta, ilk başta olduğundan çok farklı değil: bir yanda hâlâ hastalığa inanmayan ve aşı karşıtı olan kısım, diğer yanda ise aşılı olup bütün her şeyin sorumlusu aşısızlar gibi gören kısım.
Yani hâlâ ifrat ve tefrit arası geziniyoruz. Ortalıkta bir hastalık var, yok diyemeyiz, fakat özellikle medyada ve tabiî ki olmazsa olmaz sosyal medyada büyütüldüğü gibi bir derecede mi, o tartışılabilir. Yıllardır hayatımızda olan ‘grip aşısı’ hiç bu kadar gündeme gelmedi…
Çoğu insanın bilmediği, fakat tıpta ve özellikle ilâç yapımında kullanılan mRNA teknolojisi.
Daha iyi anlayabilmek için şu örnek yardımcı olabilir: mRNA aşısı ile vücuda bir protein yani ‘anahtar’ giriyor. Hastalık virüsü yani ‘kilit’ vücuda girdiği zaman, bu anahtar kilidi açıp, bir nev’î ‘etkisiz’ hale getiriyor.
Tabiri caizse ‘dâvetsiz misafiri’ kilitli kapıdan içeriye sokmuyor.
‘Peki aşı olup da hasta olanlara ne denebilir?’ sorusu akıllara gelebilir. Aşı insanları bir hastalığı ağır geçirmekten ve başka birine geçirmekten koruyor.
Buna rağmen neden hasta olunuyor diyebilirsiniz. Tıbbî yönden bakılıp izah edilecek olursa, her insanın vücudu mükemmel bir şekilde yaratılıyor.
Bu yüzden aşı olup da antikor (yani ‘savaşçı’) üretemeyen insanlar var, çünkü herkesin vücudu aynı şekilde ‘cevap vermiyor’, çünkü her şey bir elden, fakat tek örnek olarak yaratılmış.
Bakıldığında grip aşısı olmasına rağmen, dünya genelinde hâlâ sadece gripten ölen milyonlarca insanlar var.
Halk arasında pek ehemmiyet verilip önemsenmeyen bir hastalık.
Peki bir aşı neden önemlidir?
Hastalıktan koruması için mi yoksa aşı karşıtı olanların dediği haşa ‘ölümsüzleşmek’ için mi?
Tabiî ki hem kendimizi, hem de özellikle etrafımızdakileri korumak için, özellikle hastaları, çocukları ve yaşlıları.
Zaten genel manada da hasta olduğumuzda kendimizi geri çekip dinlenmeliyiz ki, belki bizde hafif geçip, başkasına ölümcül olabilecek bir gribi dahi geçirmemek için. Vebali büyük olabilir. Almanya genelinde şu an bilinen yaklaşık 4 milyon sahte aşı defterleri bulunuyor. Yorumu sizlere bırakıyorum…
Bunlar ölüm korkusundan değil.
Bedenimiz bizlere Cenab-ı Hak’tan emanet olarak verilmiş. Bizler de ona en iyi şekilde bakmakla görevliyiz. Peki bizim yaratılış gayemizin en önemlisi, imtihanı kazanıp kaybetmek değil mi?
Üstad Bediüzzaman Said Nursî Risale-i Nur’da ‘Ömür sermayesi pek azdır, lüzumlu işler pek çoktur‘ diyor. Maalesef bu zamanda özellikle ‘sosyal medyayı’ çok kullanıp, ‘lüzumlu’ işlere pek vakit ayırmıyoruz. Meselâ en önemli vazifelerimizden biri olan çocuklarımızın eğitimi. Bunların en kötüsü de, özellikle bu ‘aşı’ ve çoğu konularda da herkesin video ve paylaşım yapabildiği sosyal medya platformunda, işin ehli olan kişilerden gelen bilgiyi esas almayıp, sosyal medyadaki çoğu zaman yanlış veya eksik bilgiyi esas alıyoruz. En üzücü olan da bunları derslerimize taşıyıp, tartışma ortamı oluşmasına sebebiyet vermek…
Bunun çözümü ’sosyal medya orucu’ ve bolca okuyup kendini hizmete vermek.
Bediüzzaman Said Nursî Risale-i Nur’da ‘Ecel birdir, tagayyür etmez’ diyor. Yani aşılı veya aşısız, herkesin ölümü bellidir. Hiçbir musîbet boşuna gelmiyor. Rabbim bizleri ahir zaman fitnelerinden koruyup istikametten ayırmasın…
Amiin..
Musîbeti anlayıp, ondan ders çıkarmayı nasip etsin ve bizleri inşallah en kısa zamanda bu musîbetten kurtarsın…
Amiiin…