İlim ilerledikçe, bazı atasözleri de hükmünü, önemini kaybediyor. İşte onlardan biri de “Sinek küçüktür; amma mide bulandırır” sözüdür.
Zahiren durum yine öyledir. Yiyecek-içeceğin içine sinek düştüğünde, haliyle tiksinti duyar, miden bulanır ve o nimeti yiyemez-içemez olursun.
Ne var ki, hakikatte durum farklıdır. Yani, bildiğimiz sineğin bizzat kendisi kirli, mikroplu, iğrenç falan değildir. Tam tersine, sinekler ve bilhassa karasinek sağlıkçıdır, temizlikçidir, mikrop emicidir, “Sinek Risâlesi”nde ifade edildiği gibi bir nevi “sıhhiye memuru”dur.
Sinekler, havada ve çevrede bulunan mikropları emerek, aslında birçok bulaşıcı hastalığın önüne geçiyorlar. Etrafta kirlilik-bataklık yoksa, mikrop yuvaları yoksa, sinek niye olsun ki? Onların üreyip çoğalmaları, büyük ölçüde etrafa saçılan yiyecek-içecek atıkları ve çar-çöp sayesinde oluyor. Yani, ihmâlkâr insanlar olarak, kendi ellerimizle onların çoğalmasına sebebiyet veriyoruz. Sonra da tutup “Bunlar mikrop saçıyor, zarar veriyor; onun için onları öldürmeli, telef etmeli” diyoruz. Hâzâ gaflet, cehâlet, garâbet…
*
İlimde, fende, medeniyette geri kalmış bazı belediyeler, sanki çok büyük bir hizmet ve marifetmiş gibi, günün-gecenin belli saatlerinde etrafta habire ilâçlama yapıyorlar. Gûyâ o saatlerde kuluçkaya yatan sinekleri ve larvalarını öldürüp telef ediyorlar. Bunu yapmakla, gûyâ çevre temizliğini sağlamış ve insan sağlığına hizmet etmiş oluyorlar. Hakikaten büyük gaflet.
Bakın, mesele gayet basittir: Sinek ve benzeri canlıları öldüren bir ilâçlamadan, baştan aşağıya bir organizma kütlesi olan insanın, iç-dış bedenin zarar görmemesi imkân ve ihtimâl haricidir. Daha basit bir ifadeyle: Sinekleri öldüren, telef eden bir ilaç, illâ ki insanın organlarına da bir şekilde zarar verir, hasar meydana getirir.
İşte, bundan dolayıdır ki, bazı medeni toplumlarda bu tür ilâçlamalar yasaklanmış durumda. Bu sebeple denilebilir ki: Caddelerde, sokaklarda, mahalle aralarında kamyonetler dolusu sinek ilâcı kullanmak, bir ilericilik değil, tam aksine bir ilkellik ve geri kalmışlık alâmetidir.
*
Sineklerin zararlı değil, aksine faydalı olduğunu hakikatli ilim söylüyor, tahkikatli fenler tasdik ediyor. Maalesef ki, bu gerçeği hâlâ göremeyen, bu hakikatli bilgiyle hâlâ akıl-fikir erdirmeyen ve buna hâlâ inanmayan çok sayıda insan var. Buna inanmadıkları gibi, sizin “Sinekler temizdir, faydalıdır” manasındaki fikrinizle alay edenlere bile rastlıyorsunuz.
Oysa, sineklerin faydasına ve hikmetli yaratılışlarına dair tâ 90 sene yazılan bir kitapçık var. O kitabın adı “Sinek Risâlesi”dir. 1935’lerde Eskişehir Hapishanesinde telif edilmiş. Müellifi Bediüzzaman Said Nursî’dir.
İşte bu müstesna eser, 50-60 sene boyunca perde altında kaldı, açığa çıkarılmadı. Osmanlıca yazma eser olarak telif edilen ve Latince baskısı yıllar sonrasına bırakılan bu eserin mahiyeti, muhtevası ve neşriyatı ile ilgili çarpıcı hikâyesini bir sonraki yazıya bırakarak, bu bölümü bir iktibas ile tamamlayalım.
*
Isparta İslâmköylü Hafız Ali, sineklerin faydasına ve hikmetli yaratılmalarına dair risalenin fihrist kısmında şunları anlatıyor: "Yakınımızda bir köyden bir kişi dağa gider. Dağda hayvanını yılan sokmasıyla, hayvan şişer. Hayvanın köye gelmesinin imkânsız olduğunu gören sahibi, nâümit olarak hayvanı bırakır, köye gelir. Ertesi gün derisini almak için gider. Hayvanı iyi olmuş bulur. Dikkat eder, görür ki, hayvanın yattığı yerde sineğin bir nev'i olan yeşil başlı sineklerden binler sinek cenazesi var. Ondan anlar ki, sinekler hayvanın kanını emmekle kandaki semmi (zehri) soğurmuşlar (emmişler, massedip çekmişler), hayvanı kurtarmışlar; fakat, kendileri ölmüşler." (Lem'âlar, 28. Lemâ’nın Fihristi)
(Devamı yarın)