Meclis’te “Şapka Kànunu” denilen yeni kıyafet düzenlemesine dair kànun maddesinin kabul edildiği aynı gün (25 Kasım 1925), halk arasında şiddetli bir hoşnutsuzluk yaşandı. Rahatsızlığın had safhada Erzurum’da Sıkıyönetim ilân edildi. Hemen ardından, meşhur İstiklâl Mahkemesi’ni aratmayan bir Örfî İdare Mahkemesi kuruldu.
7 Aralık 1925’te faaliyete başlayan bu ceberut mahkemenin en selâhiyetli kişisi olarak Vali Zühtü Durukan ile Müstahkem Mevki (Garnizon) Kumandanı Tatar Hasan Paşa belirlendi.
Yazının başlığında vurgulamış olduğumuz “Şalcı Bacı’nın idamı”nın günahkârı da olan Garnizon Komutanı Tatar Hasan Paşa, meşhur gazeteci-yazar Çetin Altan’ın (1927-2015) dedesidir.
Çetin Altan, “Şalcı Bacı” lâkaplı kadını astıran dedesi hakkında bir vesile ile şunları söyler: “Dedem Hasan Paşa, çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa‘nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte (Erzurum), hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce ‘Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki!’ demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamışım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve, inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde.” (Çetin Altan; Kahrolsun Komünizm Diye Diye: 59)
*
Aynı hadisenin bir başka izahını 1985’te Tuzla’daki evinde Süleyman Demirel’den duymuştuk. Şunu anlattı: Erzurum’da pazarda şal satan Şalcı Bacı lâkaplı kadına, idamdan önce “Son sözün nedir?” diye sormuşlar. O da şu cevabı vermiş: Ülen kavatlar! Siz kadının idam edildiğini hiç duydunuz mu?
*
Alparslan Yasa, “Milletimize Revâ Görülen Kültür Jenosidi” isimli kitabında, “Şapka Kànunu”na muhalefet sebebiyle idam edilen Şalcı Şöhret Kadın, kısaca “Şalcı Bacı” hakkında şunları yazar: “Şalcı Bacı, çok haysiyetli dindar bir hanım şahsiyetiyle, kimseden yardım kabul etmez. Kendi el işlerini satarak binbir güçlükle ve kıt-kanaat (Sinan, Ayten ve Aziz) adlı çocuklarının rızkını çıkarırdı. Esnaf onu çok sever, himaye eder ve kendisini, ördüğü pek güzel şallara atfen ‘Şalcı Bacı’ diye çağırırdı. O dışarıda nafakasını kazanmaya çalışırken, iki odalı küçük kerpiç evlerinde, (3 yaşındaki) küçük oğluna, çocuğun ablası ve ağabeyi bakardı.”
*
Şapka Hadisesi sebebiyle Erzurum’da idam edilenlerin sayısı hakkında, kaynaklarda farklı bilgiler var. Bu farklılığın sebebi, sıkıyönetim şartları altında düzenli bilgi akışının sağlanamamasıdır.
Bununla beraber, hemen bütün bu kaynaklarda “Şalcı Bacı” lâkaplı bir kadının idam edildiği bilgisine yer verilmektedir ki, bunda hiçbir şüpheye yer kalmamaktadır.
Tarihimizde muhtemelen ilk ve son kez olmak üzere, bir kadının—üstelik şapka kànunu bahanesiyle—1926 yılı başlarında Erzurum’da idam edilmesinin esas sebebi olarak şunu tesbit etmiş bulunuyoruz: İdamlıklar listesine bir de kadın dahil edilmeli ki, herkese ders-i ibret olsun. Herkes kabuğuna çekilsin. Korkudan kimse sesini çıkaramasın.
*
Erzurum’daki aynı hadise ile ilgili olarak, Necip Fazıl’ın “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabında da aşağıdaki ifadeler yer almakta: “Çarşıda kapatılan dükkânların kepenk sesleri... Heyecanlı bir kalabalık... Kalabalık, Vilâyet binasının önünde... Sesler: ‘Şapkayı istemiyoruz! Gàvur kılığına giremeyiz!’ Kalabalık, süngülü jandarma zoruyla dağıtılıyor. Erzurum’da Sıkıyönetim... İstiklâl Mahkemesi... Başta Gâvur İmam lâkaplı bir hoca ile Hoca Osman isimli bir din adamı, aralarında da bir kadın, sehpada 33 ceset.”
*
Prof. Dr. Zeki Başar, “Eskilerimizin Baş Giysileri ve Şapka” isimli çalışmasında, idamlıklar arasında tesbit edebildiği isimleri şu şekilde sıralıyor: Pırtın Köyü İmamı Abdülmecid, Küllebioğlu Akif, Kacıroğlu Hacı Osman, Demirci Ethem Usta, Manav Hacı Ali, Hacı Galip, Fırıncı Halil, Gez Mahalleli Müezzin Hafız, Hızarcı İsmail, Karga Mehmet, Bakkal Ziya Oğlu Kâzım, Mahmut Efendi, Şöhret Kadın, yani Şalcı Bacı.
*
Hülâsa: Erzurum’da 7 Aralık 1925’te çalışmaya başlayan o ceberrut mahkemenin insanlık dışı kararıyla, gerek idam edilenlerin ve gerekse ölüme sevk edercesine verilen diğer ağır cezaların, otuz kişiden fazla mazlumun hayatına mal olduğu anlaşılıyor. Yakın tarihimizin utanç sayfalarından biri de işte budur.